26 Eylül 2008 Cuma

Washington Mutual Satıldı!


Subprime krizinde, her gün bir önceki günü aratmayan tarihi bir gelişme ortaya çıkıyor. Bugünün en önemli olayı ise Amerikan tarihinin en büyük banka iflası. Washington Mutual(WaMu)!.

Önceki en büyük banka iflası, 1984 yılında, aktif büyüklüğü 40 milyar $ (2008 yılı değerlemesiyle 83 milyar $) olan Continental Illinous National Bank'tı. WaMu ile karşılaştırıldığında son derece küçük kalıyor. 310 milyar $'lık aktifin yanısıra, 900 milyar $'lık mevduat hacmi WaMu'nun büyüklüğünü ortaya koyuyor. Mevduatın 16.7 milyar $'lık kısmının, bankanın iflasının kaçınılmaz olduğu söylentilerinin yaygınlaştığı 16 Eylül'den sonra müşteriler tarafından çekildiğini de hemen belirtelim.

24 Ağustos'tan bu yana yazdığımız yazılarda, yapılan düzenlemelerin WaMu'yu kurtarmaya yetmeyeceğini söylüyorduk. Açığa satış yasağı ve Hazinenin kurtarma paketi de yeterli olmadı.
Wamu, Mart ayında JPMorgan'ın hisse başına 4 $'lık teklifini geri çevirmişti. Geçtiğimiz Cuma tarihi dipi olan 0.20 seviyelerini görmüştü. Açığa satış yasağıyla toparlanan WaMu, dün 1.69 $'la kapanmıştı. JPMorgan'ın, WaMu'nun tüm pasifine ödediği bedel ise sadece 1.9 milyar $. Ülkenin her yanına dağılmış 5400 şubesi de fiyatın içinde.

Hükümetin böyle bir çöküşe müdahale edememesi ise kurtarma tarafındaki güçsüzlüğün işareti gibi. Burada satın almanın altındaki atlanan bir detayı hemen belirtelim. WaMu, JPMorgan'a satılmadan önce, Mevduat Güvence Fonu (FDIC) tarafından yükümlülüklerini yerine getirememesi nedeniyle Cuma günü devralındı. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, FDIC bu mevduatı ödeyebilecek nakite sahip olmadığı için, WaMu'yu son derece düşük bir fiyattan JPMorgan'a hızlı bir şekilde sattı. Kalan aktifler ise muhtemelen düşük bir fiyattan satılıp elde edilen gelirle, adi ve imtiyazlı hisse senetleri ile şirketin bonolarını alanlara birkaç kuruş dağıtılıp tasfiye tamamlanacak. Hesabında parası olanlar bir şey kaybetmezken, hisse senedi ve bono sahipleri tüm yatırımlarını kaybedecek.

JPMorgan için bir parantez açalım. Yaklaşık 170 trilyon $'lık Amerikan türev ürünler pazarının 90 trilyon $'lık kısmı JPMorgan'ın elinde. Bu inanılacak bir rakam değil gerçekten. Market kapitalizasyon yöntemiyle dünyadaki tüm halka açık şirketlerin değeri bile sadece 47 trilyon $ ediyor. Hatırlarsınız, JPMorgan kısa bir süre önce, krizin ilk batırdığı banka olan Bear Stearns'ü yine hızlı bir operasyonla satın almıştı. Fiyat başta hisse başına 2 $ olarak belirlenmişti fakat iflas mahkemesi fiyatı 10 $ olarak düzeltmişti. Maliyet %500 artsa da JPMorgan ses çıkarmadan kabul etmişti. O gün için önemli olmayan bir ayrıntı artık bugün her şeyi açıklığıyla ortaya koyuyor. Bear Stearns üzerine yazılmış kredi tahakkuk kontratlarının tamamına yakını JPMorgan tarafından düzenlenmişti. Yani şu demek oluyor ki, o gün Bear Stearns satın alınmasaydı, belki de batan JPMorgan olacaktı.

Bugün WaMu'nun satınalınması haberleriyle birlikte bir haber daha okuduk. JPMorgan'ın 8 milyar $ sermaye arttırımına gideceği şeklinde. Likidite sorunu olmayan birkaç bankadan biri gibi görünseler de, taşıdıkları risk onları fazlasıyla endişelendiriyor.

25 Eylül 2008 Perşembe

Amerika artık süper güç değil mi?


Almanya Maliye bakanı bugün yaptığı açıklamada, Amerikanın artık dünyanın finansal süper gücü olması rolünü terketeceğini söyledi. Wall Street'in bir daha asla eskisi gibi olamayacağının altını çizdi ve ekledi: "Almanya veya Avrupa, Amerika'nın sorunlu varlıkları satın almak için ödeyeceği 700 milyar $'lık girişimi benzeri bir hareketi yapmak zorunda değil. Kriz tamamen Amerikanın problemi!"

Amerikan hükümetinin finansal sistemi kilitleyen finansal varlıkları, sistem dışına çıkarmak için güçlü bir hamle yapacağı artık kesinleşti. Oysa Avrupadaki öfkeli yatırımcılar böyle bir teminata sahip değiller. Avrupa hükümetleri Paulsen'in çağrısına henüz cevap vemediler. Amerikadaki likidite krizi Avrupada çözümsüzlük krizi olarak yayılıyor.

Peki Avrupalı bankalar yeteri kadar güçlü mü? Bazı ölçütlerle yeterli sermayeye sahip oldukları görünüyor. Sermaye yeterlilik rasyoları (tier1 ratio) ortalama %8 düzeyinde. Risk yönetimi ve sermaye arasındaki ilişkinin başarıyla yönetildiği çıkarılabilir buradan.

Ama sermayenin toplam varlıklara oranını gösteren kaldıraç oranları (leverage ratio) aynı sonucu vermiyor. Oran Deutsche Bank için %1.2, Barclays için %2.4 ve UBS için %2.1. Güvenlik hava yastığı oluşturacak sermaye yeterliliği oldukça düşük bir seviyede.

Avrupa bankalarının bilançolarındaki 300 milyar $'lık varlık, halen AIG tarafından sigortalanmış durumda. Hazinenin AIG'yi kurtarması Avrupa bankalarının sigortalarının değerini arttırıyor şüphesiz.

Açıklanmayan zararların yüksekliği Avrupalı yatırımcıları endişelendiriyor. Lehman Brothers'ın iflas başvurusu yaptığı gün, Almanya'nın kamu bankalarından KfW tarafından başarısız bir swap sözleşmesi karşılığı transfer edilen 426 milyon $ kafaları iyice karıştırdı.

İspanya bankalarında donuk kredilerin oranı, 2007 yılı ortalarıyla karşılaştırıldığında 6 katına çıkmış durumda. Fortis'in acil sermaye gereksinimi. Danimarkada batan küçük bir banka. Bank of Ireland'ın kar payı oranını yarı yarıya azaltması. Avrupa Merkez Bankasının 3 aylık ihalesine 3 katı fazla talep gelmesi. Bunlardan daha önemlisi Avrupa bankalarının bu yıl içinde vadesi dolacak olan 1 trilyon $ tutarındaki borçları.

Bankaların Vadelerine Göre Borçları
Tüm bunlardan sonra, Almanya Maliye Bakanının dediği gibi, kriz gerçekten sadece Amerikanın sorunu olabilir mi?

Ya Almanya'nın süper ekonomik güç olabilme ihtimali?

Dünyanın en düşük doğum oranına sahip ülkelerinden biri olan Almanya'nın nüfusu şu an 82 milyon ve giderek azalıyor. Hızla yaşlanan bir işgücüne sahipler. Öte yandan Amerikanın 60'lı yıllardan beri sahip olmadığı düzenli cari fazlaları ekonomiyi hep belli bir seviyenin üzerinde tutuyor.

Almanya güçlü bir bankacılık sistemine sahip. Ekonominin üçte ikisi mevduat bankaları tarafından kontrol ediliyor. Küçük ve orta boy işletmeler tüm kredi ihtiyaçlarını bu bankalardan sağlıyorlar. Küçük şirketlerin sermaye yapıları nedeniyle, Wall Street bankalarının tercih etmediği bu pazar, Alman bankalarına likidite genişliği sağlıyor.

Amerika-Almanya rekabetinin nereye varacağını gelecekte göreceğiz.

Siyah Kuğu!

Bir Çin gazetesi olan South China Morning Post'un haberine göre, Çin Bankacılık Düzenleme Kurumu yerel bankalardan, bankalararası para piyasası işlemleri kapsamında, Amerikalı bankalara kredi ve likidite ihracını durdurmalarını istedi. Gerekçesi ise devam eden finansal krizde olası kayıpların önüne geçmek. Yasağın diğer ülke bankaları için olmadığının altını çizerek.

Amerikan bankaları arasında da kredi ve likidite ilişkisinin olmadığı ve bankalar arası para piyasasının donduğu bilinmektedir. Şu anda Merkez Bankaları haricinde bankalara önemli seviyede nakit enjekte eden banka bulunmamaktadır.

Bugün ajanslara düşen bir diğer haberde, Asya krizinin başladığı 10 yıldan fazla bir süredir ilk kez bir bankanın iflasın eşiğine geldiği yazmaktadır. Hongkong'un üçüncü büyük bankası, Bank of East Asia müşterilerinin, bankanın şubeleri önünde mevduatlarını çekmek için uzun kuyruklar oluşturulduğu belirtiliyor.
Gelişmeler, Amerikanın yeni rehabilitasyon paketinin uygulanabilirliğini azaltacak mı?

Yabancı yatırımcılar son günlerde, 700 milyar $'lık yardım paketinin, ülkenin bono piyasasına cazibe kaybettireceğini söylemeye başladılar. Hazinenin, şirketlerin elinde bulunan devalüe edilmiş menkul kıymetler karşılığı vereceği krediler sonrası, ülkenin borç stokunun milli gelire oranının %70 seviyelerine çıkacağı öngürülüyor. Bu da yabancı yatırımcıları, Amerikanın bu daha önce görülmemiş borç stokuyla baş edip edemeyeceği endişelerine sevkediyor.

Artık kimse Amerikaya borç vermek istemiyor. Çin'in yanısıra Avrupa, Kore, Japonya ve Avustralya bankalarının da Amerikan bankalarının kredi taleplerini refüze ettiği daha önce basına yansımıştı. Dünyanın ekonomik dengesi sarsılmak üzere. Şu andaki durumu tasvir etmek gerçekten güç. Lübnanlı araştırmacı Nicholas Taleb'in, beklentilerden öteye büyük etkiler yaratan internetin yükselişi, I.Dünya Savaşı gibi öngörülemeyen olayları tasvir etmek için kullandığı Siyah Kuğu (Black Swan) etkisi en iyi tanımlama olacaktır herhalde.

Amerikanın bütçe açığının 407 milyar $'dan, gelecek yıl 1 trilyon $' a yükselmesi bekleniyor. Hükümetin bu açığı finanse etmesi için yabancı ülkelerden gelecek paraya ihtiyacı var. Halen yabancı yatırımcılar 4.8 trilyon $ tutarındaki piyasadaki Amerikan tahvillerinin %56'sına sahipler. Bunda en büyük pay 592 milyar $ ile Japonya ve 502 milyar $ ile Çin'e ait. Türkiye'nin elinde ise Ağustos ayı itibariyle 31.1 milyar $'lık Amerikan tahvili bulunuyor.

Ağustos 2018 tarihli benchmark hazine bonosunun faiz oranı dün itibariyle %3,80. 3 aylık gösterge tahvil ise 18 Eylülde %0.02 ile tarihi dip seviyesini gördü. Amerikanın hazine yardımının finansmanı için ekstra 700 milyar $ bulması gerekiyor. Bu da faizlerin önümüzdeki dönemde biraz yükselmesi anlamını taşıyor.

Amerikanın reel ekonomisine baktığımızda çöküşün sebeplerinden biri outsourcing. Bugün Amerikan ekonomisinde 138.3 milyon işçi çalışıyor. İşsizlik oranı %5,6. 2000 yılından beri 3 milyon adet iş dışarıya yaptırılmak (outsourcing) üzere iptal edilmiş. Sebebi ücretlerin düşüklüğü. Subprime nedeniyle işini kaybedecek olanların sayısı ise 2 milyondan fazla. Negatif tasarruf oranının giderek yükselmesi de tahribatı arttırıyor. Yani açık sadece devlette değil, bireylere de uzanmış.
Bu noktada Amerikanın işi gerçekten zor. Peki ya bizim açımızdan?

Krizin Asyaya sıçraması Türkiye açısından en önemli tehlike. 25 Eylül 2008 tarihi krizin etkileri açısından dönüm noktası olabilir. Bundan sonraki gelişmeleri hep beraber göreceğiz.

Bir Wall Street Peri Masalı: Warren Buffet

Bugünlerde herkes bu adamı konuşuyor: Warren Buffet.

Ünlü milyarder Warren Buffett'ın sahibi olduğu Berkshire Hathaway'in 10 milyar $'lık Goldman Sachs hissesi alacağı haberlerini tüm ajanslar manşetten veriyorlar.

Peki, satınalmaların ardı ardına geldiği şu günlerde bu haberi ön plana çıkaran ne?

Öncelikle Buffet'ı biraz tanıyalım.

W.Buffett, 62 milyar $'lık servetiyle, Forbes'in 11 Şubat 2008 tarihli sıralamasına göre dünyanın en zengin insanı. Yüksek felsefe, bilgelik ve mizah içeren yorumları nedeniyle, Antik Yunanda gizemli öğütler veren bir papazın adından hareketle, Omaha Oracle'ı lakabıyla anılıyor. 50 yıldır, Omaha'da 3 odalı bir evde yaşıyor ve arabasını daima kendisi kullanıyor. Dünyanın en büyük özel havayolu şirketinin sahibi olsa da, asla özel jetle uçmuyor. 63 şirketi var ve şirketlerin CEO'larıyla asla toplantı yapmıyor. Sene başında onlara sadece bir mektup gönderiyor. Onlara iki kuraldan bahsediyor. Birinci kural, yatırımcıların parasını kaybetmeyin. İkinci kural, birinci kuralı daima hatırlayın. Yüksek sosyeteye girmiyor, evde popcorn yiyip televizyon seyretmeyi tercih ediyor. Cep telefonu ve Laptop taşımıyor. Ve gençlere daima hayatınız sizin kadar basit olsun mesajı veriyor.

UBS dünkü raporunda, Buffett'ın Goldman'a ortak olmasını, firmanın iş modeline, müşteri portföyüne, risk yönetim yeteneğine ve mali tablolarına verilen yüksek düzeyli bir uygunluk damgası olduğununun altını çiziyor.

Buffet bu alışverişi, Goldman hisse senetlerinin 52 haftalık tarihi dipseviyesi olan 18 Eylülde, fiyat 85,88 $ iken neden yapmadı? Kendi açıklaması, 750 milyar $'lık hazine yardımı gelmeseydi bu işlemi yapmayacağı yönünde. Gerçekten öyle mi?

Buffett'in hisse alım sözleşmesi şu şekilde. İlk etapta 5 milyar $ tutarında sürekli imtiyazlı hisse senedi ( Perpetual Preferred Stock) satın alacak. İmtiyazlı hisselerin oy hakkı olmamasına rağmen kar payında yüksek önceliğe sahipler. Goldman, bu hisseleri dilediği zaman %10 komisyon ödeyerek geri alabilme hakkına sahip. Geri kalan 5 milyar $ için ise, gelecek 5 yıl içinde, hisse başına 115 $ (strike fiyat) karşılığı bir varant (warrant) sözleşmesi alacak. Yani dilerse bugün belirlenen fiyat üzerinden, belirlenen vadeye kadar bu hisseleri alım opsiyonuna sahip olacak. Hemen belirtelim, Goldman hisseleri bugün 133 $'dan kapandı.

17 Eylül tarihli "SPK'dan yeni bir ürün: Varant" başlıklı yazımızda, yeni yıldan itibaren VOB'ta işlem görmeye başlayacak olan varantlar hakkında ayrıntılı bilgi vermiştik. Bir opsiyon sözleşmesinden tek farkı piyasa tarafından değilde şirketler tarafından yaratılıyor olmaları. Goldman'ın opsiyon fiyatlarına baktığımız zamansa 5 yıllık opsiyonun olmadığını görüyoruz. Şaşırtıcı bir rekabet şekli. Serbest piyasanın tam anlamı bu olsa gerek.

Piyasada olmayan 5 yıllık bir opsiyonun uzman görüşüyle en iyimser fiyatının hisse başına 45 $'dan fazla olamayacağı hesaplanıyor. Eğer strike fiyat 45 $ olsaydı, Buffett aynı tutarda hisseyi 5 milyar $'a değil de, 2 milyar $'a alabilecekti. Peki Buffett bu anlaşmayı neden kabul etti? Hesap ortadayken, 3 milyar $'ı boşuna mı ödüyor?

Buffett, bu hisseler karşılığı yıllık %10 kar payı alacağını söylemiştik. Bu da 5 milyar $'lık hisse için 500 milyon $'a karşılık geliyor. Başka bir hesaplamayla yıllık efektif faiz oranı %16,67'ye karşılık geliyor. Faizlerin yıllık %4'ler seviyesinde olduğu Amerika için oldukça yüksek bir oran. İşte Buffett bu nedenle fiyat opsiyonunu olabildiğince yüksek tutmaya çalışıyor. Tam bir Wall Street peri masalı.

Yeri gelmişken, imtiyazlı hisse senetleri hakkında bir bilgi verelim. İmtiyazlı hisse senetleri faiz değil, karpayı verirler. Bu da Amerika vergi sisteminde kazancın %85'inin vergiden muaf olması anlamını taşıyor. Yani Berkshire, kazanacağı yıllık 500 milyon $'ın 425 milyon $'lık kısmı için vergi ödemeyecek.

Güzel değil mi? Buffett için harika bir anlaşma ama Goldman için değil. Eğer öyle olsaydı, Goldman ilave 2.5 milyar $ adi hisse sennedini halka arz etmek zorunda kalmazdı. Buffett'tan ve FED'den gelecek nakitin, bilançodaki toxic varlıklar (tahakkuk riski yüksek bonolar) için yeterli rezervi sağlamayacağını biliyorlar. Hatta bazı haberlerde Buffett miktarı 5 milyardan 10 milyar $'a yükseltirse, Goldman'ın da halka arz tutarını 2.5'tan 5 milyar $'a arttıracağı söyleniyor. Buffett tutarı arttırdıkça, Goldman'ın fon ihtiyacı artıyor. Gerçekten tuhaf bir likidite ilişkisi.

1929 ekonomik buhranını incelediğimizde benzer çelişkileri orada da görüyoruz. Hisse senedi fiyatlarının spekülatörler tarafından piyasaya güven telkin etmek ve alım ortamı yaratmak gayesiyle sürekli yüksek tutulduğu görüyoruz. Fakat ne yazık ki, bu manipülasyon krizi geciktirse de kaçınılmaz sondan önleyememiştir Amerikayı.

Warren Buffet'ın sözlerinden biriyle son noktayı koyalım. "Mükemmellikle kusursuzluğu birbirine karıştırmayacak kadar dikkatliyim. Mükemmellik benim işim, kusursuzluksa tanrının."

23 Eylül 2008 Salı

Finansal Krizin En Büyük Tehlikesi: Ahlaki Çöküş

Dünyanın dev finansal kuruluşlarını çöküşün eşiğine getiren tarihin en büyük krizi sadece bir bankacılık krizi mi? Ardı ardına paketlenen menkul kıymetler, sofistike türev ürünler, kompleks hedge fonlar... Tüm bu karmaşadan bir an olsun sıyrılabilirsek çok acı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Krizin bankacılık sektöründe yarattığı etkiler bir şekilde parayla onarılacaktır. Peki, ya real ekonomide yarattığı tahribat?.. İnsanların etik değerleri üzerinde yol açtığı düzeltilemez yaralar?.. Kaybolan erdemler?.. İnsanlığın yokolan değerleri?.. Bunların hiç biri maalesef onarılamayacak.

2001 yılında Nobel Ekonomi Ödülüne layık görülen ve sonra da unutulan Stiglitz'in tezi bugünün dünyasını tüm açıklığıyla ortaya koyuyur aslında. Asimetrik bilginin yarattığı ağır tahribat: Ahlaki Çöküş (Moral Hazard)!

Kriz emin olun herkesi etkileyecek. Ne borcunuz var, ne konut krediniz, ne de para kaybedeceğiniz özel bir yatırımınız... Eğer endişe duymuyorsanız hata ediyorsunuz, çünkü işinizi kaybetme riskiniz oldukça yüksek.

Bekarsınız, kazandığınız yaşamınızı sürdürmenize yetiyor. Emin olun, vergiler yükseldiğinde elinizde kalan ihtiyaçlarınızı karşılamayacak.

Bu bir bankacılık krizi değil. Öyle olsaydı, insanlar konut kredisi taksitlerini ödeyemedi diye kapı önüne konmaz, çadırda yaşamaya mahkum edilmezdi.

Kapının önüne konmamak için mücadele edip taksitlerini ödemeye çalışanların vergileriyle finansal sektöre enjekte edilen 700 milyar $'ın, çalışanlarda yaratacağı ahlaki çöküşü hangi parayla düzelteceksiniz.
Wall Street veya finansal sektörle ilişkili bir kriz de değil. Enerji fiyatlarındaki artış dünyanın her yerinde insanlara acı faturalar çıkarıyor. Petrol şirketleri ise karlarını roketlemiş durumda.

Emtia ekonominin önemli bir parçası; petrolün, altının, gümüşün krizden etkilenmesi normal diye düşünebilirsiniz. Eğer sadece ilişkili sektörleri etkileyen bir kriz olsaydı, gıda fiyatları bu denli yükselir miydi? Cebinde parası olduğu halde raflarda yiyecek bulamayan insanlar olur muydu?

Kriz sadece bankacılık krizi olsaydı, otomobil devleri General Motors, Ford, Chrysler batışın eşiğine gelir miydi? Kimya devi BASF küçüleceğini açıklar mıydı? İş hayatına yeni atılan veya iş arayan bunca insan, bu yoğun işsizlik ortamında, yaşamlarını devam ettirecek geliri sağlayacakları işi nasıl bulacaklar? Krizlerin acil servisi yasa dışı işler istihdamı arttırmaya devam edecek.

Üniversitede okuyan bir öğrenci krizden niçin etkilensin ki! Oldukça tuhaf bir durum olsa da, bankalar öğrencilere verilen kredileri durdurmuş durumdalar. Zaten iş hayatına girildikten sonra ödenecek krediler için banka hangi kaygılarla bu kredilere son veriyor? Bankalar artık öğrencinin, üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamayacağını biliyor.

Alınan önlemler krizin etkilerini hafifletecektir diye düşünenler de olacaktır. Lehman Brothers'ın 10.000 çalışanı için oluşturulan 2.5 milyar $ fon sevindiriyordur elbette. Tepedeki ilk 200 kişi sevinmeli buna, geri kalan 9800 kişi yakında işi aramaya başlar sanırız.

Fannie ve Freddie'yi batıran yöneticiler, kovulurken 90 milyon $'ı ceplerine indirdiler. Şimdilerde de başkan adayı Obama'nın kıdemli baş ekonomistleri görevindeler. Amerikada gelir vergisi oranlarının fon yöneticileri için normal vatandaşlara göre yarı yarıya düşük olduğunu da burada hatırlatmak gerekiyor. Gerçekten yaman bir çelişki.

Hindistan'ın silikon vadisi Bangalore'da, krizden endişelenen şirketlerin işçi çıkarmaya başladıkları "decoupling" tezini savunanlara neyi düşündürtüyor acaba? En karlı sektörlerin başında gelen bilgisayar ekipmanlarında, Dell'in işçi sayısında %10 azalmaya gideceği hangi ilişkiyle açıklanabilir?

AIG'nin, sigortaladığı krediler karşılığı aldığı primler hissedarların cebine kar olarak giderken, tazmin yükümlülüğü doğduğunda, neden akla hissedarlardan önce vatandaşın ödediği vergiler geliyor?

İngilterenin en büyük mortgage kuruluşu HBOS 80 milyar $'ı değersiz mortgage kağıtlarına yatırırken, tek bir çalışan bile bu bonoları alıp yatırım hesabına koymamıştı. Lloyds tarafından satın alınan bankanın 40.000 çalışanının işini kaybetmesi öngörülüyor. Bu sorumsuzluğun faturasını yine masum çalışanlar çekecek.

İngiltere'de krizin ilk batırdığı banka, Northern Rock, mevcut müşterilerinin konut kredisi faiz oranlarını %60 arttırken, internet sitelerinde çok çok düşük oranlarda faiz oranları ilan etmekteler. Müşteri şikayetlerini değerlendiren Reklam Standartları Kurulu (ASA) yapılabilecek bir şey olmadığını beyan edebiliyor sadece.

Kredi kartı, ihtiyaç kredisi, mortgage veya sigorta ürünlerini satmakla görevli olan banka çalışanları, sattıkları ürünlerin müşteri için doğru ve yararlı olup olmadığının tereddütünü yaşar durumdalar. Yüksek faizli bir kredinin müşteriye en cazip fırsatmış gibi sunulması, çalışanların iş garantisi anlamına taşımakta. Bankacılara verilen hedefler ahlaki erozyona çanak tutuyor.

Sabit gelirliler hiper-enflasyon canavarıyla nasıl mücadele edecek? Amerika, İngiltere üçüncü dünya ülkelerini hala kendilerinden çok farklı, çok geri kalmış ülkeler olarak algılamaya devam edebilecek mi? Bugün dünya nüfusunun %25'inden fazlası günlük 2 $'ın altında bir gelirle hayatını sürdürmeye çalışsa da, birinci dünyadan gelen sesler çocuk ağlaması gibi iç sızlatıcı. Gelişmiş ülkeler bir şeyi çok iyi anlamış durumdalar: Köpekle yatarsan, pireyle kalkarsın.

Hükümetler bankalara ne kadar garanti verse de, kapı önünde parasını çekmek için bekleyen kalabalığa güven verilebilecek mi? Yöneticiler altyapılarının güçlü olduğunu düşünse de, kuyrukta bekleyenler ve onları görenler Amerikanın, İngilterenin "muz cumhuriyeti" ülkelerinden hiç de farklı olmadığını düşünüyor.

Finansal krizin toplumda yarattığı ahlaki travma dünyayı başka bir yöne doğru sürüklüyor. Bu yolda kurumlar kurtarılmaya çalışılırken, değerler paramparça ediliyor ve finansal sistemin yarattığı ahlaki çöküş bambaşka bir dünya yaratıyor.

Son söz; eğer kriz dönemindeyseniz, karları özelleştirip zararları toplumsallaştırın. Ve eğer krizden çıkmak istiyorsanız, Baron Munchausen paradoksunu hatırlayın: Çamurdan çıkmak istiyorsan, kendi saçlarını çekmelisin.

22 Eylül 2008 Pazartesi

FED (Federal Goldman Sachs Reserve)

Eğer alım ve satım yasayla kontrol edilirse, alınan ve satılan ilk şey yasa koyucular olur.
(P.J.O'Rourke)


Dünya finans sektörünü son 20 yıldır yöneten Wall Street'te bir dönem daha kapanıyor: Yatırım bankacılığı.
Merrill Lynch ve Lehman Brothers'tan sonra kalan son iki yatırım bankası Goldman Sachs ve Morgan Stanley kurumsal bankaya dönüşmek üzere başvurularını yaptılar. Başvuruları sonuçlandığında, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'muzda yer alan tanımıyla "Finansal Holding Şirketi" ünvanını kazanacaklar. Düzenlemeleri FED tarafından yapılan finansal holding şirketlerinden şu an için Amerika'da 3 adet bulunuyor. Citibank, Bank of America ve JPMorgan.

Dönüşüm tamamlandığında mevduat toplayıp kredi vermeye başlayacak olan bu iki banka bugüne kadar ne yapıyordu?
Yatırım bankaları, hazine veya şirketlere ait menkul kıymetlerin halk arz ve alış satışına aracılık yaparlar. Aracı kurum işlemlerine benzeyen bu operasyonlarla, fon ihtiyacı olan kurumlarla fon fazlası olanların beklentilerini karşılamaya çalışırlar. Bunun yanında birleşme, satınalma gibi işlemlere aracılık yaparken, müşterilerinin her çeşit portföylerini de yönetirler.

Morgan Stanley'in krizin başından bu yana zararı 15,7 milyar $, Goldman'ın ise 4,9 milyar $. Lehman ve Merrill gibi ağır zararlar altında iflasın eşiğine yaklaşmasalar da, pazarda müşteri kalmaması sonucu düşen gelirler, onlar için de kaçınılmaz sonu yakınlaştırdı. Fakat Lehman'ın sonunu sessizlikle izleyen Hazine, Goldman'a aynı kayıtsızlıkla bakamadı. Neyse, yine de Hazine Sekreteri Paulsen'in eski bir Goldman CEO'su (1998-2006 yılları arasında) olması kaynaklı komple teorilerinin üstünde pek fazla durmanın gereği yok sanırım.

16 Eylül tarihli "Düşmanını tanımak istiyorsan, aynaya bak!" başlıklı yazımızda, krizin başlangıç günlerinde mortgage hatasına düşmedikleriyle öğünen Goldman'ın devrinin artık kapanacağından bahsetmiştik. Henüz şirketin dönüşümünü tamamlamamış olması nedeniyle bu konudaki yorumları ileriki günlere bırakalım. Bırakırken de bugün için artık kesin olan bir olgunun altını yeniden çizelim. 12 Eylül tarihli "Lehman'a son veda!" başlıklı yazımızda şu görüşlere yer vermiştik.

Wall Street'in gözde analistlerinden Elisa Parisi-Capone, bu yılın başlarında, Hazine sekreteri Paulsen'in büyük aracı kurumları sırayla kapatmak şeklinde bir sistemi hayata geçirmeye çalıştığını söylemişti. Ekonomist Roubini'nin de 4 büyük aracı kurumun, 2 yıl içinde yok olacağını söyleyen açıklamaları olduğunu hatırlatmakta fayda var. Acaba ne kadarı doğru çıkacak göreceğiz.

Evet, yukarıda yazanların hepsi, çok kısa bir sürede gerçekleşti. Artık daha ne söylenebilir ki?..

FED'in bu iki bankayı kendi otoritesi altına almasındaki basit hikaye şudur. Düşünün ki, telefonunuz bir gün çalıyor. Arayan bankanız. Diyor ki, aldığınız konut kredisini tüm anapara ve faizleriyle beraber en kısa sürede getirmenizi istiyoruz, çünkü finansal sıkışıklık içindeyiz. Bu parayı bulmak için başka bir bankanın size kredi vermesi gerekiyor. Aksi takdirde, siz de komşunuz Lehman gibi evinizden olacaksınız. İşte o anda yardımınıza FED yetişiyor ve size istediğiniz parayı buluyor. Artık akşam rahatça uyuyabilirsiniz.

Tam bu noktada, başka bir sorun devreye giriyor. Sahip olduğunuz konutu sattığınız zaman, 2006 yılında evinizin değeri karşılığında aldığınız kredinin sadece %30'unu kapatabiliyorsunuz. İşte bu nedenledir ki, FED'in şirketlere dağıtacağı 700 milyar $'ın karşılığında alacağı teminatların değerlemesinin hangi ölçütlerle yapılacağı büyük merak konusu.

Hazinenin, ihraç ettiği menkul kıymetlerin alış satışıyla ilgili Temmuz raporu gerçekten önemli. Hazine, yabancıların alış satış trendini Temmuz ayında kaygı verici olarak niteliyor. Bu yorumun gerekçesinde ise şunlar var: Uzun vadeli menkul kıymetlerin net satış tutarı 8.2 milyar $. Önceki ay 36.6 milyar $ net alım vardı. Net sermaye çıkışı 74.8 milyar $. Önceki ay 31.5 milyar $ sermaye girişi vardı. Fannie ve Freddie gibi özel sektör tahvillerinin ay içinde net satışı 49.5 milyar $. Önceki ay 31.5 milyar alım vardı. Görüldüğü gibi yabancıların Amerikaya güveni tükenme noktasına gelmiş gözüküyor. Çabalar günü kurtarmaya yeter görünse de, hükümetin uzun vadeli planının olmayışı endişeleri arttırıyor.

Finansal sıkışıklığa giren tüm şirketlerin devletin organları tarafından desteklenmesi, serbest piyasada alıcı bulamamaları gizli de olsa deflasyon tehdidini güçlendirmektedir. Çünkü alıcının olmadığı bir piyasada fiyatlar genel seviyesinin gerileme göstereceği açıktır. Fakat bu aşamaya henüz gelinmiş değildir. Şu anda para basma ve para arzını arttırma evresindedir. Çözülme bundan sonra başlayacak. Tıpkı Japonya'da 1995 yılında başlayan krizin çözümü için kullanılan benzer politikaların, bugün deflasyon olarak Japonya ekonomisinde yer etmiş olması gibi.

AIG neden battı?

Amerikan hükümeti AIG'ye 85 milyar $ kredi vererek şirketi uçuruma yuvarlanmaktan şimdilik kurtarmış gözüküyor.

Dünyanın en büyük sigorta şirketini iflasın eşiğine getiren sebepler neydi?

1919 yılında kurulan AIG'nin aktif büyüklüğü 1,05 trilyon $, 2007 yılı gelirleri 110 milyar $. Tüm dünyada 116 bin çalışanı bulunuyor.

Fannie Mae, Freddie Mac ve Lehman Brothers'ı batışa götüren etmenler birbirine son derece benzerken, AIG'nin durumu oldukça farklı. Piyasanın çok tehlikeli bir dönemece girmesi kaçınılmaz artık.

Peki, AIG neden gerilemeye başladı? Şirketin, mortgage ve gayrimenkul krizinden öteye, global kredi tahakkuk swapları ve bunlara bağlı son derece geniş aktifi, yardımın 85 milyar $'ı da aşacağı beklentisini oluşturuyor. Şirketin yatırımları ve pozisyonlarının ne olduğu henüz ortaya çıkarılmış değil. 62 trilyon $'lık kredi türev ürünler pazarı, subprime'ın neredeyse 50 katı. Hatta 2007 yılı rakamlarıyla, 54 trilyon olan dünya milli gelirinden bile daha fazla.

Time dergisi, 17 Eylül tarihli yazısında, AIG'yi iflasın eşiğine getiren sebep esas faaliyetlerinden değil, AIG Financial Products (AFP) adlı bağlı ortaklığının kredi türevleriyle ilgili işlemlerinden kaynaklandığını belirtiyordu. Şirketin 2007 yılı faaliyet raporunda ise AFP'nin global sermaye piyasası aktivitelerinin ön planında yer aldığı yazıyor. Bankaların, hedge fonların, endüstriyel ve finansal kuruluşların portföylerindeki bonolar nedeniyle büyük zararlara uğramamaları için kurulan şirket ana ortaklığını iflasın eşiğine nasıl getirmişti acaba?

1 Eylüle kadar çok az insan şirketin derin bir kriz içinde olduğunu bilirken, 12 Eylülde kadar şirketin batma noktasına geldiği söylentileri her yerde dolaşmaya başlamıştı. 15 Eylülde şirketin ömrünün sadece birkaç gün kaldığı yorumları yapılırken, 16 Eylülde Amerikan tarihinin en büyük kamulaştırması gelmiş ve 85 milyar $ karşılığı şirketin hisselerinin %79,9'u hazinenin kontrolüne geçmişti.

Kredi türevleri denilen enstrumanlar, banka, sigorta şirketleri veya monoline'lar tarafından her çeşit kredi, bono ve diğer varlıkların sigortalanması için oluşturulmuş swaplara ve verilen garantilere deniyor. Sentetik menkul kıymet işlemlerinin son on yıl içinde agresif bir gelişme göstermesi tahakkuk swapı pazarını da geliştirmiştir. Fakat maalesef, çok az insan kredi türevleri (credit derivatives) sistemini tam olarak anlayabilmiştir.

Sistemin nasıl işlediğini görmeye çalışalım öncelikle.

Büyük yatırımcılar büyük riskler aldıkları sürece müşterilerini daha fazla cezbederken, karlarını da o ölçüde arttırırlar. Örneğin bir bankanın kredi ratingi olumlu bir firmaya büyük miktarda bir kredi kullandırdığını düşünelim. Kredinin fırsat değeri yüksek olsa da, firmanın geleceği hakkındaki finansal başarısızlık olasılığı kredi vereni endişelendirecektir. Banka kredi faiz ödemeleriyle gelecek pozitif geri dönüşleri kabul ederken, firmanın borçlarını zamanında ödeyememe riskini kabul etmek istemeyecektir. Öyleyse bu riskini hedge edecek bir kredi swapı satın alabileceği bir şirkete gitmelidir. Yapması gereken ise, bu riski üzerine alacak şirkete komisyonunu ödemek olacaktır. Böylelikle banka verdiği kredinin geri dönüşlerinde hiçbir problem yaşamayacaktır.

Krediyi sigortalayan şirket ise üzerine aldığı bu riskten korunmak için iki şey yapabilir. Birincisi sigorta primlerinin bir kısmını ayırarak olası tahakkuklar için hava yastığı oluşturabilir ya da üzerindeki bu riski başka bir sigorta şirketine (monoline) devredebilir. Yani kendisi de bir kredi swapı satın alır.

Birinci yöntemi değerlendirdiğini düşünelim.

Örneğin bir sigorta şirketinin 500 milyon $ tutarındaki bir kredi için 12 milyon $ sigorta ücreti aldığını varsayalım. Bundan sonra şirketin yapacağı kredinin olası başarısızlık hesaplarını yapmaktır. Örnekteki firma için %4 olasılıkla 250 milyon $ ödeme riski hesaplandığını varsayalım. Bu 10 milyon $ nakte karşılık gelmektedir. (0,04x250 milyon) Bu işlem için gelir 12 milyon $, riske maruz değer 10 milyon $ olarak hesaplanır. Aradaki fark olan 2 milyon $ ise gelir tablosuna dönem karı olarak yansıtılır. Eğer %2 olasılıkla 100 milyon $ ödeme riski olduğunu hesaplarsa, gelir tablosuna 10 milyon $ yansıtabilecektir. Görüldüğü gibi sigorta şirketleri risk hesaplamalarını diledikleri gibi yapmakta, gelirler üzerinden diledikleri kısmı gelir tablolarına atabilmektedirler.

Ayrıca faiz dönemleri sonu itibariyle sigorta şirketleri riskleri yeniden hesaplayacaklar ve gerekli görürlerse riske maruz değerlerini daha da azaltabilecekler, böylelikle de sermaye yeterliliklerini asgari seviyelerde tutmuş olacaklardır. Artan rekabet ortamı ise risk algılamalarındaki ölçüyü sigorta primlerine paralel yönde düşürmüştür. Anlaşılacağı üzere, sigorta şirketlerinin gelecek dönemlerde karşı karşıya kalacakları riskler, iyimser algılamalarla hep minimum seviyelerde görülmüştür.

Rekabet bir süre sonra daha da kızışmıştır. Minumum risk algılamasıyla, işi, geliri, varlığı olmayan kötü kredi geçmişi olan kişilere sadece beyanlarına istinaden verilen konut kredileri (subprime) üzerine inşa edilen bonolar (CMO) da bu şekilde sigortalanmıştır. Bu kredilerin bir süre sonra ödenemeyeceğini düşünmek sanırız kahinlik olmayacaktır. İşte Subprime Krizi böylelikle başlayıverdi.

Bunun bir uyarı olarak algılanması gerekirken, özellikle yatırım bankaları mali tablolarındaki erozyonu görmezden gelmeye devam ettiler. İç kontrol ve risk yönetimi prosedürlerinı sıkı sıkıya uyguladıklarını ve endişe edilecek bir şey olmadığını vurgulamaya devam ettiler. Oysa ki kralın çıplak olduğunu tüm dünya görmeye başlıyordu.

Burada önemli bir farklılığı ortaya koymalıyız. Her ne kadar aynı yansımalar söz konusuymuş gibi görünse de, subprime kredi pazarı ile kredi türevleri pazarınının risk yaratma kabiliyetinin birbirlerine benzemedikleri açıktır. Bir konut kredisinin ödenmeme riski olmakla birlikte, altında her zaman bir gayrimenkul teminatını bulunmaktadır. Topyekün değerlendirdiğimizde ise subprime havuzu (değer düşüklüğü riskini elimini ettiğimiz sürece) teminatlandırılmış bir risk ihtiva etmektedir. Kurumsal kredi türevleri ise tamamen farklıdır. Burada kompleks finansal bir yapıdan oluşan risk demeti yer almaktadır. Şirketin içinde bulunduğu sektör, rekabet yeteneği, dış tehditler, büyüme ve karlılık oranları ve yönetim erki gibi bir çok faktörü değerlendirmek zorundasınız. Ama ne yazık ki değerlendirilen sadece sigorta primleri oldu.

Finansal sistemin kompleks yapısı kredi riskini sıfırlamayı başaramamaktadır. Modeller ne kadar sofistike olsa da risk her zaman bir yerlerde saklı kalmaktadır. Tıpkı Amerikada resesyonun içinde saklı olduğu gibi.

Yukarıdaki örneklerde de belirtiğimiz gibi, sigorta şirketleri riskleri tekil olarak değerlendirmek üzerine kurulu bir sistem kullanmaktadırlar. Bir kasko poliçesi örneğinde, 50 araçtan kaç tanesinin kaza yapacağı üzerine kurulan model, 50 aracın da ayrı ayrı kaza yapma riskini içerse de hepsinin aynı anda kaza yapma riskini içermemektedir. Bu da her riskin birbirinden bağımsız olarak değerlendirilip sistematik olmayan risklerin iyi yönetilmesi sonucunu doğurmaktadır. Aynı modelin subprime mortgage krediler için de uygulanabilirliği yüksektir.

Bu senaryoyu kredi türevleri için düşünelim. Eğer resesyon belirtileri tüm ekonomiyi etkilerse, firmaların tamamı bundan olumsuz etkilenecektir. Yani riskleri birbirinden bağımsız olarak değerlendirme ihtimali ortadan kalkacaktır. Her şirket için farklı bir risk primi hesaplanmasıyla oluşturulan model yüksek bir sistematik risk içereceğinden başarılı olamayacaktır. Olmamıştır da...
Pazarda çok garip örneklere de rastlamaktayız. Küçük bir hedge fonun, İsviçrenin en büyük bankası UBS'e ait 1.3 milyar $ tutarındaki subprime endeksli bonoyu yıllık 2 milyon $ prim karşılığı sigorta etmesi ne kadar güvenilir bir sigorta olduğu sorusunu düşündürtmektedir.

Böylelikle, krizin ikinci dönemi olan kredi türevleri krizi başlamıştır.

Peki, oluşan bu kayıplar nasıl tasfiye edilecek. Sigorta edilen krediler ve bonolar karşılığı oluşan yükümlülükler için para nereden bulunacak. Ekonomi teorisi, sermaye yeterliliği olan diğer kurumların bu açığı bir şekilde finanse edeceğini söyler. Ama gerçekte böyle olmamıştır. Kayıplar bir şirketten diğerine hızlı bir şekilde iletilmiştir. Ve şu soru akıllara takılmaktadır. Eğer kriz 62 trilyon $'lık pazarın tamamına yayılırsa ne olacak?

İşte, AIG'yi iflasın eşiğine getiren faaliyetlerin altındaki döngü. Şirketin, dünyanın hemen hemen tüm finansal kurumlarına ait kredi tahakkuk swaplarını sattığı sanılıyor. Yapılan tahminlere göre şu an 180 milyar $ tutarındaki kısmı AIG için yükümlülük doğurmuş durumda. AIG'nin bu krizi atlatıp atlatamayacağını göreceğiz.

18 Eylül 2008 Perşembe

Örümcek ağı kayayı taşır mı?

Subprime segmentte yer alan konut kredilerindeki tahakkuklarla başlayıp menkul kıymetleştirilen mortgage bonolarına yatırım yapan finans kuruluşlarına sıçrayan kriz, yakın bir zamanda bir üst rating segmenti olan Alt-A'ya da sıçradı. Krizin dünyanın en büyük 100 kuruluşuna bugüne kadar verdiği net zarar 506 milyar $.

Bear Stearns, Lehman, Freddie&Fannie, AIG ve Merrill'in sonunu hazırlayan subprime krediler ve bağlı bonolardı. Alt-A segmentin verdiği zarar henüz belli değil. Fakat asıl büyük tehlike henüz ortaya çıkmadı. O da prime krediler ve bağlı menkul kıymetler. Prime segmentteki kredilerin tahakkuk oranı şu anda % 2 düzeylerinde. Fazla tehdit edici bir seviyede değil. Ama artan işsizlik, yükselen gıda ve enerji fiyatları ve makro ekonomik dengesizliklerin çok kısa bir süre içinde tahakkuk oranını %10'a çıkaracağı öngörülüyor. İşte bu da felaket demek.

Amerikan ekonomisine baktığımızda ise, para basılarak ekonominin belli bir seviyede daha ne kadar tutalacağı merak konusu. Ülkenin borcu her saniye 40.000 $ artıyor. Toplam borçlar 10 trilyon, kamu borçları 6 trilyon $. Milli gelir 15 trilyon $. Türev ürünler pazarının toplam büyüklüğü 10 yılda 400 kat artarak 60 trilyon $'a çıktı. Riskin yayıldığı alanı görmek açısından çarpıcı bir gösterge. Görüldüğü gibi rakamlar iç açıcı değil.
Sosyal dengesizlik giderek artıyor. Bankalar devletten krediyi %2 faiz oranıyla kullanırken, vatandaşa %10-15'lerden satıyor. Kredi kartlarında oran %30'lara bile çıkıyor. Her ay yeni iş yaratılamadığı gibi 75.000 kişi işini kaybediyor. Tahakkuklar her geçen gün katlanarak artıyor.

Dünyanın önde gelen merkez bankaları piyasaya 247 milyar $ nakit enjekte etmek için bugün anlaşmaya vardı. Kabus dolu hafta içinde Japonya, Hongkong, Güney Kore ve Avustralya piyasalarına, merkez bankaları tarafından 200 milyar $ pompalandı. Wall Street kaygıları globalleşirken, İngiltere merkez bankası HBOS'ın satın alınmasında sponsor oldu. Rus hükümeti bugün yaptığı açıklamada, pazartesi günkü ani düşüş nedeniyle cuma gününe kadar kapatılan borsaları açılınca, hisse senetlerine yatırım yapacağını duyurdu. Keza Çin resmi haber ajansı da, piyasa stabilizasyonunu sağlamak için hükümetin devlet ortaklı şirketlerin hisse senetlerinden satın alacağını açıkladı. Yakın bir zamanda sanırız üniversitelerde mikro iktisat yerine makro iktisat okutulacak.

Konut kredisi sorununun nasıl bir krize dönüştüğünü görüyoruz.
İş dönüp dolaşıp mortgage'a geliyor.
Peki, asıl suçlu konut kredileri mi?..
Hayır, asıl suçlu kişi başına gelirin sürdürülemez yapısı.
Çünkü tüm krediler taksit ödemelerine bağlıdır.
Taksitlerin tümünü ödemekse kişisel gelirin devamlılığına.
Ekonomik büyüme talebi arttırırken, kişisel gelirin devamlılığı da ekonomiyi büyütecektir.
Kişisel gelirler kişisel harcamaların altında kaldığı sürece de sorun mortgage olarak algılanmaya devam edecektir.
Oysa sorun tam burada.
Kişisel harcamalar kişisel geliri karşılamıyor ve nüfus arttıkça da açık büyüyor.
Problemler açıklıkla ortaya konulmadığı sürece çözümler sadece günü kurtarıyor.



Sulandırılmış bir yazı: WaMu

24 Ağustos tarihli, "Bir iflas daha: Columbian Bank" başlıklı yazımızda, dün, Amerika Sermaye Piyasası Kurumu (SEC) tarafından yasaklanan açığa satış işlemlerinin arttığı Washington Mutual'ın (WaMu) finansal başarısızlığa uğrama ihtimalinin çok yüksek olduğunu yazmıştık. Bugün, Amerikanın en büyük mevduat ve kredi bankası olan WaMu'nun kendini satışa çıkardığı haberleri her yerde dolaşmaya başladı.

Dünyanın dev bankalarından ardı ardına gelen iflas, el koyma, birleşme haberleri artık ilk günlerdeki ciddiyet ve hassaslıkla algılanmamaya başlandı. Hele Amerikanın en büyük bankasının kendi kendini satılığa çıkarması, komşu komşunun eşeğini türkü çığırarak arar misali şaşkınlıkla yorumlanıyor. Artık yatırımcılar, kendi kendine satış için Ebay'e ilan mı verildiği, kredi kartıyla satın almanın mümkün olup olmayacağı, alıştan sonra 7 gün içinde iade şanslarının olup olmadığı konularında birbirlerine espriler yapıyorlar. Artık bu operasyonlarda bir mantık aramak bu saatten sonra mümkün değil, çünkü tandır kaynamaya başladı bir kere. Dün Morgan Stanley'in, bir diğer krizdeki banka Wachovia tarafından ısrarla satın alınmak istenmesi (pek ihtimal vermesek de), hangi rasyonel yorumun yapılabileceği sorusunu akla getiriyor. Söylenecek bir şey bulamıyoruz. Herhalde Ebay paketleme ve kargo ücreti almayacaktır.

Yıllar önce Türk bankacılık sektöründe gördüğümüz semptomları bugün WaMu'dan parasını çeken vatandaşlar yaşıyor. Şube görevlileri istemeye istemeye ödemek zorunda oldukları mevduatları "Ama biz güçlüyüz, büyüğüz!.." sözleriyle ödememeye çalışıyorlar. Çalışanların, işlerini kaybetme ihtimalinin üzerlerinde yarattığı sinirlilik hali, diğer bankalara da sıçramış durumda. Sistem topyekün hazin bir sona gidiyor sanki.

2008 yılı içinde, subprime bağlantılı varlıkları nedeniyle şirketin hisse senedi %85 düşüş gösterdi. Halen 2300 şubesi bulunan bankanın ticari olmayan müşteri mevduatları 143 milyar $ düzeyinde. Son 2,5 yıldaki net zararı ise 19 milyar $. Hükümetin AIG'ye yaptığı yardımın bir benzerini WaMu için yapmayacağı banka içi kaynaklardan sızan haberler arasında. Sanırız Mevduat Sigorta Fonu'nun(FDIC) 143 milyar $ ödemesi kolay olmayacak. Halen bilançosundaki nakit tutarının 50 milyar $ ve hazinedeki kredi limitinin 70 milyar $ civarında olduğu düşünülürse, bu ihtimal zor gözüküyor. Goldman, JPMorgan, Wells Fargo, HSBC ve Citi diğer adaylar. Hepsinin likidite sıkışıklığı içinde olduğu biliniyor. Mali durumu en güçlü olan, borçlarından 200 milyar $ fazla nakdi olan JPMorgan. Sanırız ihale onlarda kalacak.

Öyleyse herkese bedave bir duble Captain Morgan!

17 Eylül 2008 Çarşamba

SEC'in kararı yeterli olmaz!...

21 Ağustos tarihli "Açığa Satış(Short Selling)" başlıklı yazımızda, açığa satış işleminin piyasanın hayati organlarından biri olduğunu ama çıplak açığa satışın (naked short selling) istismarı arttırdığını yazmıştık. Hatta birçok büyük şirketin, kendi hisseleri üzerinde bile çıplak açığa satış yaptığını belirtip bu haliyle, Wall Street'in Washington'un düzenleyici kurumu olduğu eleştirisini getirmiştik. Çünkü bu işlemleri sadece nitelikli yatırımcı denilen profesyoneller ve finans kuruluşları yapmakta, sıradan yatırımcılar yapamamaktaydı.

Amerika Sermaye Piyasası Kurumu (Securities and Exchange Commission-SEC), tüm hisse senetlerinde bugünden itibaren çıplak açığa satış işlemini yasakladı. Oyunun ortasında kuralları değiştirmek tabuta çivi çakmaktan fazla bir etki yaratır mı? Kanımızca hayır. Çünkü zaten tabana oturmuş finansal hisselerin daha da aşağıya düşmesi pek mümkün gözükmüyor.

Dün Goldman Sachs'ın finansal durumunun bozulduğunu ve çanların onlar için de çalmaya başladığını anlattığımız yazımızda, mortgage krizinden en az etkilenen bu şirketi, emtia borsalarında yaptığı işlemlerin zora soktuğunu yazmıştık. SEC'in bu noktada aldığı kararın yeterli olmayacağını, emtia future kontratlardan sorumlu kurumun (Commodity Futures Trading Commission-CFTC) da bu karar paralelinde düzenlemeleri devreye sokması gerekiyor. Petrol, altın ve gümüş kontratlardaki açığa satış işlemlerinin mutlaka sınırlamalara tabi olması zaruri bir durumdur. Hatta hisse senedi benzeri yapıları olan Exchange-Traded Fund(ETFs)'lar da düzenleme kapsamına alınmalıdır. Çünkü hedge fon yöneticileri uzun pozisyon aldıkları varlıkları riskten korumak için ETFs'lerde kısa pozisyon almaktadırlar. Bu da yavaş yavaş hisse fiyatlarını geriletmektedir.

Çıplak açığa satış işleminde, satılan hisse senetlerinin satın alım bedelleri takas merkezine yatırılmıyor. Bu da piyasanın etik işleyişini bozuyor. Fakat açığa satışçılar farklı bir görüş savunuyor. Onlara göre, açığa satış hisse fiyatını aşağı doğru yönlendirmiyor. Çünkü açığa satış genellikle para kazanamayan şirket hisselerine yapılıyor. Böylelikle de hisse fiyatı, gelecek dönemlerdeki nakit akışının yetersiz olacağı yansımasıyla aşağıya doğru geriliyor.

Düzenlemenin piyasaya neler getireceğini göreceğiz. W.Buffet'ın sözleriyle son noktayı koyalım: "Diğerleri korkuyorsa cesur olun, cesursa korkun."

SPK'dan yeni bir ürün: VARANT

İstanbul finans merkezi olma yolunda ilerlerken, Sermaye Piyasası Kurulu(SPK) yeni düzenlemeleri ardı ardına hayata geçirmeye çalışıyor. Piyasa derinliğinin oluşturulabilmesi için yeni finansal enstrumanlar ve yapıların oluşması gerekiyor öncelikle. Bu yöndeki çalışmalardan biri de Varant (Option) işlemleri.

SPK, "Varant ihraçlarına ve alım satım işlemlerine ilişkin esaslar hakkındaki tebliğ" başlıklı, Seri III, numarası henüz belirlenmeyen düzenlemesini duyuru olarak yayınladı. Yakın bir zaman içinde, muhtemelen 2009 yılı başından itibaren yatırımcılar opsiyon işlemlerini yapmaya başlayacaklar. Adı her ne kadar bundan sonra varant olarak anılacaksa da, uluslararası tanımlaması olan opsiyon varlığını devam ettirecek gibi gözüküyor.

Yurtdışı piyasalarda son derece yaygın bir türev araç olan opsiyon, tebliğdeki tanımıyla "elinde bulunduran kişiye dayanak varlığı önceden belirlenen bir fiyattan belirli bir tarihe kadar alma veya satma hakkı veren menkul kıymet niteliğindeki sermaye piyasası aracı" olarak tanımlanıyor.

Hisse senediyle kıyaslarsak;
-opsiyon, hisse senedinden farklı türev bir enstruman. Değerini bağlı olduğu hisse senedinden veya araçtan alıyor,
-opsiyonların hisse senetlerinde olmayan bir vade tarihleri mevcut,
-opsiyon sayısı, hisse senedi sayısının şirket özsermayesiyle ilişkili olarak sınırlı olması gibi bir sınırlamaya tabi değil,
-hisse senedi gibi ortaklık ve temettü hakkı vermiyor.

1973 yılında kurulan Chicago Opsiyon Borsası(Chicago Board Option Exchange-CBOE) dünyanın ilk ve en büyük işlem hacmine sahip borsası olarak bilinmektedir. Peki, bu tarihe kadar yatırımcılar ne yapıyorlardı. Yatırımcılar ellerindeki paralarla belirli şirketlerin hisse senetleri üzerine kısa veya uzun pozisyonlar (long position-short position) alıyorlardı. Yani daha açık bir ifadeyle, fiyatının yükseleceğini düşündükleri hisse senetlerini ileride yüksek fiyattan satmak için satın alıyorlar (long position-uzun pozisyon) ya da tam tersi, fiyatının düşeceğini düşündükleri hisse senetlerini ileride geri almak üzere bugünden satıyorlardı (short position-kısa pozisyon). Genelde Türkiyedeki nitelikli olmayan yatırımcılar yani vatandaşlar, bankalardan yaptırdıkları işlemlerle, yükseleceklerini düşündükleri hisse senetlerini alıp yatırım hesaplarına koyarlar. Yani o hissede uzun pozisyon alırlar. Ve yıllarca yükselmesini beklerler. Nitelikli yatırımcılar ise, aracı kurumların sunduğu açığa satış imkanlarından yararlanarak kriz dönemlerinde kısa pozisyon alma imkanlarına sahiptir. Yani kriz dönemlerinde de kazanırlar.

CBOE açıldıktan sonra yatırımcılar yeni ürünlerle tanıştılar: Long call, short call, long put, short put, vs...

Birçok kişi için opsiyon işlemleri puzzle gibidir. Ama her insanın günlük hayatında farkında olmadan opsiyon işlemi yaptığını çoğumuz bilmeyiz. Temelde iki tür opsiyon işlemi vardır. Put ve Call opsiyonları (put option-call option). Yeni yılla birlikte hayatımıza girecek olan bu iki kavramı, aslında hayatımızda yıllardır yeri olduğunu anlatarak açıklamaya çalışalım.

Call Opsiyonları, bir hisse senedini belirli bir tarihte veya tarihe kadar, belirlenmiş bir fiyattan satın alma hakkı veren (yükümlülüğü değil) opsiyon türleridir. Birçoğumuz, "ben hayatımda şimdiye kadar böyle bir şey yapmadım" diyecektir. Öyleyse hemen anlatalım. Bir ev almak istiyorsunuz ve evi çok beğendiniz. Üstelik fiyatının da cazip olduğunu ve bu fiyattan alırsanız, yakın bir gelecekte yüksek bir fiyata satıp kar elde edebileceğinizi düşünüyorsunuz. Satıcıyla fiyatta anlaştınız ve satış işlemlerinin yapılacağı zamana kadar süre istediniz. Satıcı da bunun karşılığı olarak sizden bir miktar kapora istedi. Siz de çıkarıp verdiniz. İşte o anda resmi olmayan bir call opsiyon satın almış oldunuz. Evi, belirlediğiniz tarihte, bugün belirlediğiniz fiyattan satın alma hakkını kapora karşılığı satın almış oldunuz. Eğer kararırınızdan vazgeçerseniz, evi satın alma yükümlülüğünüz bulunmadığından sadece kaporanız yanacaktır. Organize bir borsada belli bir hisse senedi için call opsiyon alarak yapacağınız şey tamamiyle bundan ibarettir. Eminim, bundan sonra bu örneği ve call opsiyonun ne demek olduğunu herkes hatırlayacaktır.

Şimdi de put opsiyonu anlamaya çalışalım öyleyse. Put Opsiyonları, bir hisse senedini belirli bir tarihte veya tarihe kadar, belirlenmiş bir fiyattan satma hakkı veren (yükümlülüğü değil) opsiyon türleridir. Tıpkı bir kasko poliçesi gibi. Bugün arabası olan herkes bir de kasko poliçesi yaptırmaktadır. Neden peki? Çünkü arabanızın her hangi bir hasarda değerinin düşeceği ihtimali sizi korkutur. Olası bir zararda ise kasko şirketi, aracınızın hasarlı değeriyle hasarsız değeri arasındaki farkı size öder. Böylece arabanızın değerinin düşmesi riskine karşı kendinizi korumuş olursunuz. Bir hisse senedinin put opsiyon kontratını satın aldığınızda da aynı şeyi yapıyorsunuz. Varlığınızın yani sahibi olduğunuz hisse senetlerinin değeri düşerse, varlığınıza bağlı opsiyon sözleşmeniz zararınızı karşılıyor, yani onları sigorta etmiş oluyor. Hisse senedinin fiyatı yükselirse, elbette ki zarar oluşmayacağı için opsiyon hakkınızı kullanmıyorsunuz.

Görüldüğü gibi opsiyonlar riskten korunma imkanı verirken aynı zamanda spekülatif kar elde etme şansı da vermektedir. 2009 yılından itibaren işlem yapmaya başlayacağımız varantlar için son bir hatırlatma. Sadece IMKB30 endeksinde yer alan hisse senetlerinin opsiyonları üzerine işlem yapabileceğiz.

16 Eylül 2008 Salı

Düşmanını tanımak istiyorsan, aynaya bak!

Goldman Sachs'ın karı %70 düştü!..

Çok önemli bir gelişme olmadığını düşünenlerin sayısı bir hayli fazladır sanırım. Wall Street'e şöyle üstünkörü bir bakış bile böyle düşünenleri haklı çıkaracaktır. İflas edenler, satın alınanlar, kendisini satılığa çıkaranlar, harıl harıl nakit sermaye arayanlar... Liste uzayıp gidiyor. Peki, Goldman'ın 3. çeyrek karının %70 gerilemesi bizce neden önemli adlediliyor?

Subprime krizinin derinleşmeye başladığı 2007 yılı ortalarında, tüm büyük ve küçük bankalar arka arkaya, mortgage bazlı aktifleri nedeniyle büyük bir likidite sıkışıklığı içine girecekleri sinyallerini verirken; 9000 banka içinde sadece ama sadece tek bir banka mali durumunun son derece sağlam olduğunu belirtiyordu. Çünkü 11 trilyon $'lık mortgage sektörünü terkeden tek banka onlardı. Goldman Sachs... Başka bir tanımlamayla kalan menkul kıymet yatırım bankaları içinde şu an en büyüğü.

Nedeni bugün bile hala tam olarak ortaya çıkmış değildir. Hangi karar, subprime krizi başlamadan sadece birkaç ay öncesinde, Goldman'ı pazardan çıkmaya sevketmiştir. Goldman bu kararı neye dayanarak vermiştir. Herşeyden önce, böyle tarihi bir krizin geleceği öngörüsünü nasıl yapmışlardır. Üzerinden aylar geçmiş olsa da bugün, krizi başından beri yakından izleyenlerin hala merak ettiği bir konudur bu.

İşte bu Goldman efsanesi yavaş yavaş çatırdamaya başlıyor...

Goldman'ın bilançosunda 3. çeyrek itibariyle, 1.7 milyar $ subprime, 3.6 milyar $ Alt-A denen subprime ve prime arası ve 7 milyar $ prime mortgage bazlı varlık bulunuyor. Bunun yanında 12.4 milyar $ tutarında ticari mortgage kredisi de yer alıyor. Goldman'ın sermaye yeterlilik rasyosu ise %11,6 gibi yüksek bir seviyede. Likiditesi olmayan ya da çok düşük seviyede olan 3. düzey varlıklarının (level 3) toplam değeri 68 milyar $. Bu da toplam aktifin %6'sına eşit bir rakam.

Goldman'ın pek de kötü olmayan rakamları, onları haketmedikleri sondan korumaya yetecek mi? Goldman, yaptığı işe odaklanan, yatay büyüme yoluna gitmeyen, bağımsız bir şirket modeli. Ama bu yapı şirketin sonunu getirecek gibi gözüküyor. Bank of America'nın Merrill'i yüksek bir fiyattan ani bir kararla satın almasının altında da bu yatıyor. "Batamayacak kadar büyük" olmak isteği. Wall Street'in şimdilerde en talep gören modeli. Bağımsızlığın verdiği gurur bazan sürdürülebilirliği sağlamaya yetmiyor işte.

Goldman, son aylarda petrol future kontratların spekülatif bir şekilde 140 $ üzerine çıkmasında önemli rol oynayan bir şirket görüntüsü çiziyordu. Analistleri yıl sonunda petrolün 200 $'ı geçeceğini öngörüyordu. Bu aldıkları uzun pozisyonun ne denli büyük olduğunu gösteriyordu. Ama beklentileri gerçekleşmedi ve petrol 90 $'a geriledi. Goldman'ın portföyündeki petrol kontratlarının tutarının ne olduğu konusunda mali tablolardan bir fikir edinemiyoruz. Ama kesin olan, petroldeki bu düşüşün firmaya büyük bir nakit çıkışına sebep olduğu. Burada kıyaslama yapmak için piyasanın diğer önemli oyuncusu ve Goldman'ın rakibi Morgan Stanley'in bilançosundan bazı rakamlar verelim. Firmanın 7 trilyon $'ın üstündeki türev enstrumanlarına karşın, 10 milyar $ sermayeye sahip olması kırılganlığın nedenini gösteriyor sanırız. Sektördeki finansal kirliliğin ne düzeylere vardığını göstermesi açısından önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Goldman'ın geleceğinde en önemli rolü Hazine Sekreteri H.Paulsen'in oynayacağı açık. Eski bir Goldman yöneticisi olan Paulsen, Goldman'ın finansal başarısızlığına kolay kolay izin vermeyecek sanırız. Ama ekonomist N.Roubini, Goldman alıcı bulamazsa batacağını açık bir dille belirtiyor.

Şirketlerin batışı risk yönetimi başarısızlığı olarak değerlendirilse de, yakından incelendiğinde, şirketlerin müşterilerini kaybettikleri gerçeği son dönemlerinde öne çıkan bir sorun oluşturuyor. Müşteriler artık Amerikadaki bankaların önünden bile geçmiyorlar. Bir süre önce basında yer alan, ratingi düşük olan Galatasaray SK'nın Goldman tarafından kredilendirileceği haberleri, firmanın yeni müşterilere ne kadar ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Çin, Rusya ve Hindistan gibi yükselen piyasalarda da operasyonlarını genişletiyorlar. Pazarlamacıların dediği gibi; "müşterilerini kaybedersen, elbiselerini kaybedersin."

Bugün itibariyle 7 adet Goldman hisse senedi 1 ons altına eşit. Bu eşitliğin önümüzdeki günlerde nasıl değişeceğini hep beraber göreceğiz.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Suların Üstündeki Dumanlar

Efsane rock grubu Deep Purple, Smoke on the Water parçasını yazarken, yanan konser salonunun dumanları Cenevre gölünün üstünü kaplıyordu...

But some stupid with a flare gun
Burned the place to the ground
Smoke on the water, fire in the sky

Bu şarkıyı dinlerken, bir taraftan da Wall Street'in dumanlı sokaklarını düşünüyorum. Amerikalıların dediği gibi, tam bir Bearish Market (Ayı piyasası). Yatırımcılar, ellerindeki hisse senetlerini, düşük fiyatlardan bile olsa satmaya başladıkları zaman ayı piyasası oluşmuştur demektir. Neden ayı derseniz, çünkü ormanda bir ayıyla karşılaştığınız zaman, ayakta kalmak istiyorsanız bunun tek bir yolu vardır: Ölü taklidi yapmak! Bugün dünya piyasaları işte tam böyle bir tepki verdi gelişmelere.

Hafta sonu Wall Street'te oluşan tarihsel olayları yorumlamadan bundan sonrası için yorum yapmak fazla rasyonel bir yaklaşım olmayacaktır. Dile kolay, 158 yıllık bir şirket, Lehman Brothers. 639 milyar $ aktife karşın, 613 milyar $ borcu olan Lehman zaten aylar öncesinden teknik iflas (borçların ödenememesi) durumu ile karşı karşıyaydı. Bugün mahkemeye başvurup iflas kararı aldırması son nokta olarak değil, sürecin devamı olarak yorumlanmalıdır. Zira Lehman mevcut aktiflerini ve kar getiren birimlerini satmaya çalışmaya bundan sonra da devam edecektir.

Türk bankacılık sektörü için Lehman yabancı bir şirket değildi. Kredi ve mevduat pazarında yer almasa da, Şubat ayında, Şekerbank'ın 243 milyon YTL tutarındaki takipteki alacaklarını 61 milyon YTL'ye satın almıştı. Böyle bir girişim, diğer bankaların da yıllarca aktiflerinde taşıdıkları sorunlu alacaklarını satma fikrini gündemlerine almalarına sebep olmuştu.

Lehman'ın iflası Ike kasırgasından bile daha büyük bir yıkıma sebep olacaktır. Şu an itibariyle Dow Jones 300 puan ekside. Bugün kapalı olan uzakdoğu borsalarının nasıl tepki vereceğini yarın göreceğiz.

Öte yandan Bank of America(BoA), Lehman'ı bir türlü satın almaya ikna edememesinin ardından ani bir kararla, Merrill Lynch'i 50 milyar $'a almaya karar verdi. Merrill'in yaklaşık 900 milyar $ tutarındaki likiditesi son derece düşük olan aktifleri için hisse başına 29 $ ödemeyi kabul etmesi inanılır gibi gözükmüyor. Hisse senedinin cuma kapanış fiyatı 17 $'dı. Sanırız yakında Bank of Amerika adını Bank in Amerika olarak değiştirebilir. Countrywide'ın ardından, Merrill'in de satın alınması, şirketin ölçek etkisini arttırarak iflas tehlikesinden uzaklaşması olarak yorumlanıyor. Fannie ve Freddie akla geldiğinde, iflas büyüklük dinlemiyor dense de, Citibank, General Motors, Ford, AIG, Washington Mutual ve Wachovia'nın hala ayakta olması kanıyı güçlendiriyor.

Krizin en önemli ekonomisti N.Roubini, bugün Bloomberg'te yaptığı değerlendirmede, Merrill ve Lehman'ın sağlıksız gelişen aktif yapıları nedeniyle, büyük bankalar tarafından satın alınacak şirketlerin en başında geldiklerini söyledi.

Geçenlerde, tam onbeş yıl önce yazılmış bir makaleyi okuyordum. Eski bir bankacı olan yazar, bir gün Amerika'da sadece 5 bankanın kalacağını söylüyordu. Bugün dünya bankacılık sektörü büyük bir hızla, o yönde gitmektedir. Gerçekten şaşırmalı mıyız acaba?

Evet, şaşırmalıyız.
Neden mi?...

John McLaughlin tarafından 1983 yılında yenilenen, E.Mullins tarafından 1952 yılında yazılan Secrets of Federal Reserve adlı kitapda, dünya ekonomik sitemini yöneten 8 aile ve finans kuruluşunun isimleri yer almaktadır. Burada farklı bir bakış açısı getirmek için onları yeniden belirtmek istiyorum.

1. The Rothschild's
2. Lazard Freres (Eugene Mayer)
3. Israel Sieff
4. Kuhn Loeb Company
5. Warburg Company
6. Lehman Brothers
7. Goldman Sachs
8. Rockefeller Ailesi ve J.P. Morgan

Gördüğününz gibi, 6. sırada yer alan banka artık tarih oluyor...
Dünya yeni bir yörüngeye giriyor...
Ve dumanlar gölün üzerini kaplamaya devam ediyor...

13 Eylül 2008 Cumartesi

Dünya ALT-A Krizine hoşgeldin diyor!

Yaklaşık 15 gün önce, 1 Eylül 2008 tarihinde yayınladığımız Liar Loan (Yalancı Kredisi) başlıklı yazımızda, subprime krizinin Alt-A segmentteki kredilere sıçradığını yazmıştık. Bugün Bloomberg haber ajansı, "Alt-A Mortgages Next Risk for Housing Market as Defaults Surge" başlıklı makalesiyle, konuyu tüm dünyaya duyurdu. Yazıda, Unicredit'in "Alt-A bir diğer başağrısı olacak" yorumuna yer verilirken, 1 Eylül tarihli yazımızda belirttiğimiz, pazarın büyüklüğüyle ilgili rakamlar da sunuldu.

Gelişmeleri her zamanki gibi Amerikalılardan önce sunmaya ve yorumlamaya devam edeceğiz.

12 Eylül 2008 Cuma

Lehman'a son veda!

22 Ağustos 2008 tarihli, "Bir Devin Çöküşü: Lehman Brothers" başlıklı yazımızda, yakın bir zamanda şirketin başka bir şirket tarafından satın alınacağını söylemiştik. Bunu da hisse senetlerindeki Call Option kontratlardaki artışa bağlamıştık.

Bu sitede yayınladığımız makalelerde, Freddie-Fannie'de olduğu gibi, şirketlerin iflaslarını bir, bir buçuk ay önceden bildirirken, yine Freddie-Fannie'de olduğu gibi birkaç gün öncesinden de son noktanın her an konulabileceği yönünde yazılar yazdık.

Bugün yeni bir deathline'a yaklaşmış durumdayız. Pazartesi Asya borsaları açılıncaya kadar, Lehman Brothers'ın güçlü ve büyük bir şirket tarafından satın alınacağı ve tıpkı Bear Stearns gibi tarih olacağı söylentisi önemli ağızlarda dolaşmaya başladı. Bu operasyon için en güçlü aday Bank of America (BoA) görünüyor. Biz pek ihtimal vermesek de bugün Wall Street Journal haberi okuyucularına duyurdu bile. Fakat konut kredisi pazarının güçlü aktörlerinden Countrwide'ın BoA tarafından satın alınmasının firmaya getirdiği ilave yükler henüz çözülmüş görünmüyor. Ayrıca BoA'nın sermaye yeterlilik rasyosu (Tier 1) 30 Haziran itibariyle %5.71 düzeyinde. FDIC'in sermaye yeterlilik şartlarının altında bir oran. Şu anda muhtemelen daha da düşük. İmtiyazlı hisse senetlerine %8 gibi fahiş bir faiz verilmesi ise zaten likidite sorunu olan bankayı daha da zorlar. Böyle bir durumda satınalma nasıl gerçekleşir orası şüpheli. Olası bir satın almada, Hazine ve Fed'in, tıpkı Bear Stearns'de JPMorgan'a yaptığı gibi, satın alacak şirkete likidite pompalayacağı Washington Post tarafından dile getiriliyor.

Lehman'la ilgilenen diğer adaylar HSBC ve Japon yatırım bankası Nomura. Fakat bu iki banka da, daha önce Bear Stearns'in değersiz aktifleri için JPMorgan'a verilen garantinin bir benzerini Fed'den istemeleri yüksek ihtimal. Fed'in tavrı ise henüz belirsiz.

Lehman'ın şu an itibariyle hisse değerinin düne göre %17 gerilemiş olması, BoA ihtimalini azaltmış görünüyor. Bu durumda Fed ve Hazine'nin organize ettiği, yatırım şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum sanırız satınalmayı gerçekleştirecektir. Ne de olsa içerden öğrenenler (insider trader) asla yalan söylemez! Biz de onların yalancısıyız.

Dow Jones'un 11300 seviyelerine gerilemesi piyasalarda Lehman indirimi olarak yorumlanıyor ama derinliğinin nereye uzanacağı konusunda herkes şüpheli. Yakında Mevduat Güvence Fonu (FDIC)'nun, batan bankaların sigortalı mevduatlarını öderken batabileceği esprisi bile artık yarı ciddi olarak algılanıyor.

Krizin şu ana kadar ayakta kalan tek yöneticisi Fed başkanı Bernanke, Lehman'ın kendi hisselerini 4 $'dan satışa çıkarmasını bile yeterli görmeyerek, onları 10 $'dan satmanın planlarını yapıyor. Amerika tahakkuka düşmeden bu krizi atlatırsa herhalde Bernanke'ye en üst düzey devlet nişanı verilecektir.

Dünya tarihin en ağır kriziyle karşı karşıyayken, bankalar zararlarını kapatmak için varlıklarını çok ucuz fiyatlarla yabancılara satarlarken, hiçbir Amerikalı bankacı ülkenin milli servetinin peşkeş çekildiğinin üzüntüsünü bile duymamaktadır. Tersine her satışın ardından büyük bir iş başarıldığı çığlıklarıyla alkışlar koparılmaktadır. Galiba kapitalizmin ulusal varlığı tahrip eden çekiciliği her ülkede aynı.

Peki Lehman'dan sonra sıra kimde. Citigroup'un çok büyük oluşu onları bu listede arka sıralara itiyor. Merrill değersiz mortgage portföyünün yüksekliği ile Lehman'ın peşisıra gitse de Fed tarafından daima destekleniyor. Washington Mutual ise şu anda en öne çıkan aday. Bir ayağı değil, neredeyse iki ayağı birden çukurda. Hisse fiyatı tarihi dip seviyesi 3 $'ın altında. Daha önce 40 $ seviyelerindeydi. Fitch'in, kredi ratingini B'den B-'ye çektiği haberi ajanslara düşmüş durumda.

Wall Street'in gözde analistlerinden Elisa Parisi-Capone, bu yılın başlarında, Hazine sekreteri Paulsen'in büyük aracı kurumları sırayla kapatmak şeklinde bir sistemi hayata geçirmeye çalıştığını söylemişti. Ekonomist Roubini'nin de 4 büyük aracı kurumun, 2 yıl içinde yok olacağını söyleyen açıklamaları olduğunu hatırlatmakta fayda var. Acaba ne kadarı doğru çıkacak göreceğiz.

Öte yandan çarpıcı bir yorumda Fortis'ten geldi. Amerikadaki finansal sektörün birkaç hafta içinde tamamen çökeceğini belirtiyorlar. Bunun içinde 6000'e yakın bankanın yanısıra, Citigroup ve General Motors'un da olacağı söyleniyor.
Bekleyip göreceğiz.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Piyasalarda Rahatlama

6 Eylül Cumartesi günü, yani Freddie ve Fannie'ye el konmadan 1 gün önce yazdığımız "Silver State'ten Sonrası..." başlıklı yazımız, 14 Temmuz 2008 tarihli yazmızın bir dekleresi gibiydi. Bu iki şirkete bir hafta içinde müdahale edileceğini açıklıkla belirtmiştik. Yazının yayınlanmasından bir gün sonra Amerika Hazine Bakanlığı şirketlere el konduğunu duyurdu.

O yazımızda, bu iki şirkete müdahalenin piyasalara sancı değil stabilizasyon getireceğini ısrarla vurgulamıştık. Sanırız bugün yükselişle açılan Dow Jones endeksi bizi bir kere daha teyit ediyor...

7 Eylül 2008 Pazar

BİR DEVRİN SONU

14 Temmuz 2008 tarihinde yazdığımız "Fannie Mae, Freddie Mac ve CMOs" başlıklı yazımızda, Fannie ve Freddie'ye el konulacağı yönünde bilgiler vermiştik. Bugün, 7 Eylül 2008 tarihi itibariyle, Hazine sekreteri Paulsen beklenen açıklamayı yaptı ve bu iki şirkete el konulduğunu tüm dünyaya duyurdu.

Bugün için söylenecek pek fazla birşey yok. Amerikan yayın organlarının haberi duyurdukları manşetleri her şeyi anlatıyor: END OF AN ERA (Bir devrin sonu)

Piyasaların nasıl tepki vereceğini yarın göreceğiz...

6 Eylül 2008 Cumartesi

Silver State'ten sonrası...

FDIC, bu yıl içindeki 11. bankaya dün itibariyle el koydu. Silver State Bank. Aktif büyüklüğü 2, toplam mevduatı 1.7 milyar $. El koyma nedeni sorunlu konut kredisi portföyü. Fonun yakın izlemeye aldığı banka sayısı 117.

Acaba sıradakiler Fannie ve Freddie mi?

10 trilyon $'lık mortgage pazarının yarısından fazlasını elinde tutan Freddie Mac ve Fannie Mae'nin giderek olumsuzlaşan durumları ve hükümetin bu iki şirkete el koyma söylentilerinin artması, dün hisse senetlerinde düşüşe neden oldu. Finansal sektörün diğer şirketlerinin hisse senetlerinin bundan etkilenmemesi ve artış göstermesi dünün sürpriziydi. Algılama bu iki şirkete el konmasının piyasada stabilizasyona sebep olacağıydı.

Burada kısa bir teknik açıklama vermek yerinde olacaktır. Bir şirketin piyasa değeri, hisse senedinin fiyatına bağlı sermaye değeri ve gelecek dönemlerdeki nakit akışlarının indirgenmiş değerine eşittir. Bu iki şirketin gelecek dönemlerde kar elde etme ihtimali bulunmadığı ve sermayelerinin de negatif olması nedeniyle değerleri gerçekten azalmış durumda. Fannie bir günde %19, Freddie %16 değer kaybetti. Bu sonuçlarla Fannie'nin market kapitalizasyon yöntemiyle piyasa değeri yıl başına göre 38.9 milyardan 7.6 milyar $'a, Freddie'nin 22 milyardan 3.3 milyar $'a gerilemiş oldu. Erozyon inanılmaz boyutta.

Finansal sektör hisselerinin yükselişinin ardındaki bir diğer sebep, bu iki şirketin ortaklık yapısı. Hükümet sponsorluğundaki bu şirketlerin hisse senetlerinin tamamı yatırımcıların elinde. Diğer bankaların elinde de bu hisse senetlerinden bulunuyor. Aynı zamanda yüksek tutarda imtiyazlı hisse senetlerine de sahipler. Olası bir müdahalede, bu imtiyazlı senetlerin haklarının korunacak olması sektörü rahatlatıyor. Korunmaması halinde ise büyük bankalar sıkıntıya girerken, ellerinde bu imtiyazlı senetlerden bulunan küçük bankaların arka arkaya batacağı açıktır.

Bank of China, birkaç ay önce imtiyazlı hisse senetleri ve bonolardan oluşan 23 milyar $ tutarındaki portföyün değerini, 11 milyar $ olarak düzeltmesi belirsizliği arttırmaktadır. Halen Çin'in elinde 340 milyar $ değerinde Freddie ve Fannie'ye ait bono bulunmaktadır. Bu bonoların değerinin bugün hangi seviyeye geldiği ise Çin hükümeti tarafından devlet sırrı gibi korunuyor. Amerikan merkez bankasının faizleri %2'ye düşürmesi saklanamıyor. Çin Merkez Bankası bu nedenle büyük bir baskı altında. Gelen haberler bankanın sermayesinin çok düştüğü ve acil sermaye ihtiyacı içinde olduğu yönündedir. Çin, son 7 yıl içinde yaklaşık 1 trilyon $, Amerikan hazine bonolarına ve mortgage teminatlı bonolara yatırım yaptı. Fiyatlardaki keskin düşüş ve bankanın nakit pozisyonunun 3.2 milyar $ gibi düşük bir seviyede olması, Uluslararası Para Fonunun (IMF) dikkatinden kaçmamış ve bankayı uyarmıştır.

Tüm serbest piyasa kurallarının işlediği Amerikada, FED'in, piyasaya ve şirketlere sürekli müdahale etmesi ekonomi kuramı açısından ayrı bir tartışma konusudur. Ayrıca piyasa mekanizasyonu ve geleceği açısından da ne kadar doğrudur? Cevabını bugün ekonomi yasalarıyla ortaya koyamasak da, sıradan bir vatandaşın yaklaşımıyla yorumlayalım. Karşılıksız para basma yetkisine sahipseniz, piyasaya verdiğiniz parayı geri almaya pek istekli olmazsınız. Çünkü yenisini basmak daha kolaydır.

5 Eylül 2008 Cuma

İşsizlik oranlarına farklı bir bakış

Amerikada işsizlik rakamlarının yüksek gelmesi zaten zayıf olan ekonomik görünümü oldukça belirsizleştirdi. Oran son beş yılın en yüksek seviyesi olan %6.1'de. Başka bir ifadeyle 18.300.000 kişi.

Haftalık çalışma süresi Amerika'da 32-40 saat arasında değişiyor. Subprima krizinden sonra birçok işyerinde 30 saatin bile altına düştü. Çalışanlar işten çıkarılmasa da çalışma saatleri ağır şekilde azaltıldı. Hatta bazı işyerleri düşük ücretle çalışabilecek işçileri mevcutları ile değiştirdi. Böylelikle işsizlik oranındaki artış, harcanabilir gelirdeki azalışın çok çok gerisinde kalmaktadır. Adam Smith'in zenginlik ve refahın kaynağı olarak gördüğü toplam tüketici harcamalarının azalması kaçınılmazdır öyleyse. Yine de burada unutulmaması gereken şey ise, ekonominin depresyon (uzun süreli gerileme) dönemine girdiği böyle zamanlarda, çalışma süresinin haftada 2o saate kadar düştüğünün tecrübe edilmiş olması gerçeğidir. İyimserlik ve kötümserlik her ne kadar kriz dönemlerinde içiçe geçse de, domino taşları devrilmeye başladığında durdurmak mümkün olamamaktadır.

Dow Jones'un dün 300 puan düşmesi, Amerikanın resesyona girdiğinin yatırımcılar tarafından kabulü anlamına geldiği şeklinde yorumlanabilir. Konut ipoteğini ya da kredi kartlarını kullanarak yapılan harcamalar acaba Adam Smith'in bahsettiği tür harcamalar mıydı? Yapılan harcamalar sonrasında insanların varlık değerleri artmadığı gibi eksiye de geçmektedir. Böyle bir senkronizasyon ekonomi kuramları arasında var mıdır acaba? Resesyonu hangi gerçeğin ardında aramalıyız?

Düşük ücretli işçiler, maliyetlerin arttığı, karların azaldığı durumlarda işverenlerin cansimidi gibidir. Bilhassa otomobil fabrikaları yıllarca gelişmiş piyasalardan gelişmekte olan piyasalara ya da üçüncü dünya ülkeleri denilen gelişmemiş piyasalara taşındı. Sonuç başta düşünüldüğü gibi olmadı. Çünkü maliyetler azaltılsa da, verilen ücretlerin azlığı, üretilen arabanın aynı işçi tarafından satın alınmasına mani oldu. Tam işler kötüye gidiyor derken, İngiltere ve Amerika tüketim ekonomisini yarattı. Yani paran yetmiyorsa bankadan kredi al. Böylelikle üretilen araçlar alım gücü olmayan işçilere satıldı. Bunu konutlar izledi. Elinde tasarrufu olanlara ise, bu varlıklara müşteriler tarafından sahip olunması için verilen kredilerin, menkul kıymetleştirilmesi sonucu oluşturulan bonolar satıldı. Çayın taşıyla çayın kuşu vurulmuş oldu ve ekonominin tüm riski müşteriler üzerine itildi.

Gerçek çözümlere ihtayaç duyulduğu gerçeği her zamanki gibi problemlere eklenmemeye devam edecek Amerikada.

4 Eylül 2008 Perşembe

Amerikan ekonomisindeki çelişkiler

Bu yüzden yitiğiz biz,
başka bir suçtan değil, tek cezamız
umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız.
(İlahi Komedya-Dante)
Amerika piyasalarından iyi haberler gelmemeye devam ediyor. Perşembe günü hisse senetlerindeki satış baskısı, yükselen işsizlik oranları, işsizlik başvurularındaki artış perakende satışlardaki dalgalanma ve zayıflayan petrol fiyatları gerek Amerikada gerekse tüm dünyada ekonomik büyüme üzerindeki aşağı yönlü baskıları arttırıyor.

En büyük endişe büyüme rakamlarında. Decoupling tezini savunanlar bundan bir yıl kadar önce, Amerikadaki yavaşlamanın gelişen piyasaları ve Avrupa Birliğini etkilemeyeceği üzerinde hemfikirdi. Son günlerde Avrupa Merkez Bankası ve İngiltere Merkez Bankasının faiz oranlarında değişikliğe gitmemesi ve ekonomik yavaşlama üzerindeki artan endişeleri decoupling'i savunanları haksız çıkardı. Dünya topyekün resesyona gidiyor.

Amerikan ekonomisin en temel göstergesi olan Dow Jones endeksi, son dönemlerde, bir ekonominin göstergesi olmaktan daha çok spekülasyonların göstergesi olarak çalışmaya başladı. Lehman'ın satışı, Freddie ve Fannie üzerindeki siyasi politikalar gibi dedikodular endeksin katalizörleri olmuş durumda. Dow Jones bu haliyle dünyanın en kolay manipüle edilen endeksi gibi. Bu zorlama efektleri elimine ettiğimizde ise, Wall Street'in kaldıraç ekonomisinin yerini, temel ekonomik kuramlara bağlı bir sistemin yavaş yavaş almaya başladığını görüyoruz. Bu nedenle Sam Amca hergün yeni söylentileri hayata geçirmek zorunda. Çünkü Amerikan ekonomisi hergün 2 milyar $ dünyaya borçlanıyor. Ve bu pembe tablo sürdürülemezse Amerikanın resesyona girdiği resmiyete dökülmüş olacak. İşte asıl korkulan gerçek bu.

Dünyanın en büyük fonu Pacific Investment'ın yöneticisi Bill Gross, bu finansal tusinamiden kurtulmak için Amerikan hükümetinin elindeki tüm parayı piyasayı destekleyecek yönde kullanması gerektiğini söyledi. Bankalar, aracı kurumlar ve hedge fonlar aktiflerinin değerini sürekli düşürüyorlar. Bu da bonoların, gayrimenkullerin, hisse senetlerinin ve emtia fiyatların gerilemesine sebep oluyor. Düşen bir piyasada yatırımcılar daha fazla çekingen olurken, devletin piyasaya yön vermesi mantıklı bir yaklaşım olarak kabul edilebilir.

Ağustos ayı içinde yaşanan önemli bir gelişmeyi de burada belirtmeliyiz. 2 büyük Amerikan bankası, 5 Ağustos itibariyle, Newyork Emtia Borsasında, Comex altın ve gümüş future kontratlarda, 33.805 adet kontrat üzerinde kısa pozisyon aldılar. 33.805 kontrat dünya altın ve gümüş üretiminin %20'sine yakın bir varlığı temsil ediyor. Böyle yüksek tutarda bir pozisyonun petrol ya da buğday da alınacağı düşünülürse, piyasaların alt üst olacağı açıktır. Aynı zamanda bu büyüklükte bir kısa pozisyon Amerikan bankaları tarafından altın ve gümüşte alınan en büyük pozisyon olarak da tarihe geçmiştir. Sonuçta olan şeyi hepimiz tahmin edebiliyoruz. Altın ve gümüş fiyatları tarihi bir düşüş yaşadı. Kontrat fiyatındaki düşüş %38 olarak gerçekleşti. Hemen ardından da piyasalarda çok güçlü bir gümüş kıtlığı oluştu. Bu iki banka çok büyük bir kar elde ederken, arz ve talep dengesinin böyle tuhaf bir ilişkiyle oluşması ne kadar da sürrealisttir.

Nasıl olmuştu da, altın ve gümüş piyasasında hiçbir taş yerinden kımıldatılmamışken, kontrat fiyatlarında böyle keskin bir düşüş yaratılabilmişti? Bu sorunun cevabını başka bir yazıya bırakırken, bankaların böyle aktiviteler içinde yer almasının, düzenleyici sermaye yeterlilik kurallarının uygulanmamasının cevabı nasıl verilmelidir. Ve manipülasyonun başarısız olması varsayımında, bu iki bankayı muhtemelen batışa sürükleyecek sermaye kayıplarının piyasada yaratacağı çöküş nasıl açıklanmalıdır. Şimdilik bu sorularda askıda kalacak gibidir. Sözkonusu bankaların hangileri olduğu hususunda da tahminler yapılmaktadır. Bu tip boşlukları iyi değerlendiren Goldman Sachs ve Morgan Stanley favori olarak görülürken, Citibank ve Lehman plase olarak öne sürülmektedir.

Amerikan ekonomisi, geleneksel ekonomik teorilere daha bağımlı hale gelmeye başlasa da, hisseler üzerinde alınan kısa pozisyonların Dow Jones'u yıl sonuna kadar 12.500 seviyelerine çıkaracağı sanırım en ironik beklentidir. Üniversitelerde ise hala, hisseler üzerinde alınan uzun pozisyonların endeksi arttırabilecek tek etmen olduğu anlatılmaya devam edecektir.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Liar Loan (Yalancı Kredisi)

Bankacılık sektöründeki hızlı günler nedeniyle kredi türevleriyle ilgili yazılarımıza bir süre ara vermek zorunda kaldık. Bugün Amerikayı krizi sokan, piyasa istismarını arttıran bir kredi türü üzerinde duracağız. No-doc veya Liar kredileri tanımlamaya çalışacağız.

No-doc, no documentation sözcüklerinin kısaltması, anlamı evraksız kredi. Mortgage sektöründe oldukça yaygın. Kredi başvuru formuna gelirinizi veya varlık durumunuz hakkındaki bilgileri yazmanız yeterli. İşinizi belirtseniz bile kredi veren tarafından herhangi bir sorgulama işlemi yapılmayacaktır hakkınızda. Kredi kayıt kuruluşundan gelecek kredi geçmişinizle ilgili rapor, verilecek kredinin tek dayanağı. Bu özellikleri nedeniyle faiz oranları diğer kredilere göre daha yüksek. Risk olarak da prime ile subprime arasında yer alan alt-A grubunda yer alıyorlar.

Müşterilere ulaşmanın coğrafik olarak pek mümkün olmadığı, farklı lokasyonlarda yer alan müşterileri kaybetmemek için, evraksız kredi işlemleri, bankalar açısından ticari etkinliğin devam ettirilmesi adına önemli bir enstruman. Müşteriler içinse, farklı bir kente göç eden, işi olmayan veya iş kuramamış olan müşteriler için tercih edilen bir kredi türü.

No-doc kredilerin gevşek prosedürleri nedeniyle suistimale açık yapısı bunların Liar Loan (Yalancı kredisi) olarak anılmalarına sebep olmuştur. Özellikle başvuru için gelir ve varlığın gerekmediği (no income/no asset) NINA veya yaygın adıyla Ninja krediler, ahlaksız müşteriler tarafından istismar edilmiştir. Sistemde fazlasıyla açık olmasına rağmen, sanki bir nevi dolandırıcılar için hazırlanmış kredi türü görüntüsü verse de, no-doc krediler belgelenemeyen geliri (kişisel gelirler, bahşişler vs.) olan müşteriler için tasarlanmıştı. Fakat ihtiraslı bankacıların, başvuru formları üzerinde yazan abartılmış gelir rakamlarını daha fazla kredi vermek için görmezden gelmeleri sistemi kısa zamanda balona dönüştürdü. No-doc kredilerin, toplam mortgage krediler içindeki payının %8.5 düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu da 850 milyar $ civarında korkunç bir rakamdır. First American Loan Performance adlı kuruluşun araştırması ise gerçekten şaşırtıcıdır. Tüm mortgage kredilerin %58'inin no-doc olduğunu belirtmektedirler. Bu da yaklaşık 6 trilyon $ demektir. Sektörün en büyük oyuncusu ise, çoğunun tahmin edeceği gibi, Citibank.

No-doc krediler, spekülatörler için de tercih edilen bir ürün olmuştur. Yüksek gelir beyanıyla yüksek fiyatlı bir ev alan spekülatör, bunu piyasada iyi bir fiyattan okutursa, kısa zamanda hatırı sayılır bir kar elde edebilmektedir. Öte yandan, mortgage krediler banka bilançolarında uzun pozisyonda taşınmayıp, paketlenip Wall Street'te satılır hale gelmesiyle, bankalar daha fazla konut kredisi vermek için no-doc kredilere daha bağımlı hale gelmeye başlamışlardı. Bu da suistimale çanak tuttu tabi ki.

Tüm çevreleri başta şaşırtan krizin ayrıntıları ortaya çıktıkça geliyorum dediği daha iyi anlaşılıyor.

Liar Loans hakkında ayrıntılı bilgiyi Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti adlı kitabımda bulabilirsiniz...