8 Mayıs 2011 Pazar

Bankaların sermaye yeterliliklerinde yeni bir enstruman: Contingent Convertible Tahviller




Basel Komitesinin bankalara sermaye hesaplamalarına CoCos’ları da dahil etmesine izin vereceği uzun süredir konuşuluyor.

Global bankacılığın düzenleyici kuruluşunun “too big to fail” (batmayacak kadar büyük) bankalara, ilave sermaye ihtiyaçlarının karşılanmasında “contingent convertible bonds (CoCos)”ları da kullanabilmesine olanak sağlayacak değişikliklerin yakın zamanda hayata geçirilmesi bekleniyor.

Contingent Convertible Tahviller, değiştirilebilir tahvillerin bir türü. Tahvilin hisse senedine çevrilmesi için bir strike fiyat taşıyorlar. Değiştirilebilir tahvillerden en önemli farkı strike fiyatından daha yüksek bir fiyata daha sahip olmaları. Bu da onların değiştirme zamanını gösteriyor bir bakıma. Yerli kaynaklarda rastlanılmayan bu enstrumanları “Şartlı Dönüştürülebilir Tahvil” olarak çevirmek mümkün olabilir sanıyoruz.

Basit bir örnekle COCOs’ların nasıl çalıştığını anlatmaya çalışalım. Bir CoCos’u ihraç eden şirketin, tahvilin ihracı anında hisse senedi fiyatının 10 TL olduğunu varsayalım. Tahvilin dönüştürme priminin %20 olduğunu varsayalım. Bununla birlikte dönüştürme şartının da %40 olduğunu düşünelim. Bu durumda yatırımcının dönüştürme fiyatı 12 TL (10x%120) olacaktır. Eğer bu tahvil normal bir dönüştürülebilir tahvil olsaydı işlem bu fiyat düzeyinde gerçekleşecekti. Fakat CoCos’larda ilave şartın gerçekleşmesi beklenir. Yani dönüştürme işlemi 16,8 TL (12x%140) fiyatı gerçekleşince yapılacaktır. Hisse senedinin fiyatı 16,8 TL olduğu zaman 12 TL fiyat üzerinden dönüştürme gerçekleşecektir. CoCos’ların çalışma mantığını basitçe böyle özetleyebiliriz.

Bazı bankalar, sermaye yeterlilik oranları belli bir seviyenin altına düştüğünde bu tür tahvilleri hisse senedine çevirerek sermayelerini arttırmaları nedeniyle CoCos’ları tercih etmektedirler. Bankalar genellikle dönüştürme şartı olarak Tier 1 Sermaye oranını kullanıyorlar. Bu oran belli bir seviyenin altına düştüğünde tahviller otomatik olarak hisse senedine döndürülüyor.

Kriz döneminde zararları artan ve Basel kararları gereği sermaye yeterliliklerini kaybeden bankalar sermaye artırımında oldukça zorluklar yaşamışlar ve bunun sonucunda da bankalar devletlerin müdahalesi sonucu (bail-out) kurtarılabilmişti. İşte CoCos tahviller böyle zamanlarda bankaların sermaye ihtiyaçlarını karşılamaları nedeniyle kriz dönemince oldukça revaçta oldular ve hala da olmaya devam ediyorlar.

İhraç edilen toplam CoCos hacminin ne kadar olduğu hususunda rakamlar henüz açıklanmış değil fakat pazarın giderek büyüdüğü görülüyor. Basel’in sermaye yeterlilik düzenlemeleri değiştikçe bu tür tahvillerin de bankalar tarafından tercih edilebilirliği artıyor.

CoCos’lara yeni bir form getirerek sermaye yeterliliğinde devrim yaratan bankalardan biri olan Rabobank’ı da burada belirtmek yerinde olacaktır. Dünyanın 3A ratingli tek özel bankası olan bankanın 2010 yılı başlarında ihraç ettiği bir CoCos bankacılık otoriteleri tarafından bu alanda bir devrim sayıldı. Rabobank’ın ihraç ettiği tahvilde, bankanın sermaye yeterlilik oranı belli bir seviyenin altına düştüğünde banka tahvilleri hisse senedine döndürmüyor, bunun yerine tahvillerin nominal değerinin %25’ine kadar olan kısmı zarar yazıyor ve kalan tutarı yatırımcıya geri ödüyor. Bu durumda banka tahvilin nominal değeri üzerinden zarar yazdığı tutar kadar kar elde ederken sermayesini de arttırmış oluyor.

Rabobank’ın bu ihracı piyasanın bir adım ötesinde gibi gözükse de Basel komitesinin bu tür tahvillerin sermaye hesabında dikkate alınması yönündeki istekliliği, bankaların daha yaratıcı tahvilleri ihraç edeceği beklentisini güçlendiriyor.

Bir diğer CoCos ihraç eden banka İsviçre’nin 2. büyük bankası Credit Suisse. Credit Suisse geçen yılın Aralık ayındaki Basel III düzenlemeleri ardından bu yılın Şubat ayında ilk CoCos ihracını gerçekleştirdi. Banka ihraç ettiği 6 milyar dolar düzeyindeki tahvilin hisse senedine dönüştürülme şartını, Basel III düzenlemeleri ile getirilen sermaye yeterlilik hesabı ile hesaplanan Tier 1 sermayenin %7’nin altına düşmesi olarak belirledi. Vade ise 30 yıl. Yani bankanın sermaye yeterlilik oranı tahvilin vadesi olan 30 yıl içinde herhangi bir anda %7’nin altına düşerse banka, 6 milyar dolarlık tahvili hisse senedine döndürerek sermayesine ekleyecek ve sermaye yeterlilik oranını düzenlemeler gereği olan düzeye çıkarmış olacak.

Yatırımcılar açısından değerlendirildiğinde, yatırım süresi boyunca yüksek faiz imkanı veren coCos’lar, bankanın sermaye yeterliliğini kaybettiği dönemlerde kredibilitesini ve gücünü de kaybedeceğinden, iflas riski taşıyan bir bankanın hisse senetlerine sahip olma gibi bir risk yaratıyor. Bu da kriz dönemlerinde her yatırımcının taşımak isteyebileceği bir risk olarak durmuyor elbette.

İleri finans enstrumanları olmaları nedeniyle şimdilik ülkemiz bankacılığının görüş alanı içinde yer almayan CoCos benzeri tahvillerin, yakın bir zaman içinde yaygınlaşması, sermaye yeterlilik oranı üzerindeki karmaşık matematiğin bir gerekliliği olarak normal sayılmalıdır.

1 Mayıs 2011 Pazar

Hisse Senetlerinin Fiyatları Nasıl Yükseliyor?

İkinci dip senaryoları arasında düzelme eğilimini güçlendiren finansal piyasalar yeni bir yaşama başlamak üzere. Bu başlangıcı yeni bir fırsat olarak görmek isteyen belli güdülerle hareket etmeyi alışkanlık haline getirmiş yatırımcılar için hisse senedi piyasalarının nasıl çalıştığını, bugünkü global trendleri baz alarak yeniden anlatmaya çalışacağız.

Hisse senedinin fiyatı kuramsal olarak nasıl oluşur?
Hisse senedi piyasaları birçoklarının bildiği ya da birçoklarına öğretildiği şekilde çalışmaz aslında. Büyüyen, gelişen, ilerleyen ekonomilerin, hisse senedi piyasalarının en önemli özsuyu olduğu inancı hakimdir genellikle. Ekonomi büyüdüğü sürece şirketler de büyüyerek gelecekte de büyüme ve para kazanma potansiyellerini arttırırlar. Böylece hisse senedinin fiyatı ortaya çıkar. Buna “Gerçek Değer” denir. Dayandığı temel varsayım büyüyen ekonomilerde tüketicilerin ekonomiye daha fazla güven duyacağı ve bunun sonucunda da daha fazla harcama yapacağıdır.

Tabii, yaşam döngüsü sürekli büyüme üzerine kurulu değildir. İnsanların ekonomiye güvenmediği ve harcama yapmadığı dönemler de vardır. Son yaşanan finansal kriz örneğinde olduğu gibi. Artan fiyatlar ve yükselen faizler harcamaları azaltarak şirketlerin gelir ve karlarını düşürür. Geliri düşen şirketler işçilerini işten çıkarmaya başladığında ekonomi de küçülmeye başlar. Şirketlerin ve ekonominin gelecekteki büyüme potansiyelinin zayıflaması sonucunda hisse senedinin fiyatı denilen Gerçek Değeri düşmeye başlar.

Boğa ve Ayı piyasaları
Yatırımcı ve akademik lugatta bu iki duruma sırasıyla bull (boğa) ve bear (ayı) piyasa denir. Ekonomi iyi giderken kırmızı görmüş bir boğa gibi insanlar hisse senedine saldırırlar. Ekonomi zayıflamaya başladığında ise bir ayıyla karşı karşıya gelindiğinde hayatta kalmanın tek yolu ölü taklidi yapmak olduğu gibi herkes sessiz bir bekleyişe kapılarak ayının gitmesini bekler.

Buraya kadar özetlenmeye çalışılan yaklaşım yüzeysel olarak değerlendirildiğinde doğru olarak kabul edilebilir bulunsa da ekonomik teori ve finansal bilgelik açısından değerlendirildiğinde oldukça derin bir yanlış anlaşılma içermektedir. Aslında hisse senedi piyasalarıyla birlikte tüm finansal piyasaları yukarı veya aşağı yönlü ivmelendiren temel faktör para arzı ve harcanan paradır. Para arzı bir ekonomide dönen toplam parayı ifade eder. Yani bir ekonomide veya bir piyasada dönen para ne kadar yüksek olursa hisse senedi fiyatları da o ölçüde yükselir.

Enflasyon ve Deflasyon olgusu
Bir an için hisse senedi fiyatlarını bir tarafa bırakalım ve son dönemlerde tüm ekonomi politikası yapıcıların korkulu rüyası olan tüketici fiyatlarının nasıl yükseldiğine bakalım. Kısaca enflasyon olarak adlandırılan bu olgu fiyatlar genel düzeyindeki artışı ifade eder. Ya da en güçlü dinamiğiyle ele alırsak piyasadaki para arzının mal ve hizmetlerden daha fazla olması durumudur. İşte, böyle zamanlarda fiyatlar yükselmeye başlar.

Bu olguyu tam tersi durumuyla anlatmak da mümkündür. Yani bir ekonomideki mal ve hizmetlerin miktarı piyasadaki toplam paradan daha yüksekse bu durumda da mal ve hizmetlerin fiyatları düşmeye başlayacaktır. Bu da deflasyon denilen durumdur.

Gelelim son günlerde tüm Merkez Bankalarını korkutan senaryoya. Fiyatların yükselmesi yani enflasyon. Ekonomiyle ilgilenen herkes gelişmiş bir ekonomide mal ve hizmetlerin miktarının azalmayacağını bilir. Peki, çok korkulan bu enflasyon nasıl oluşacak? Fiyatlar, mal ve hizmetlerin azalmasıyla değil piyasaya giren paranın artması nedeniyle yükselmeye başlayacaktır. Bu konuyu fazla derinleştirmeden hisse senetleri piyasasına geri dönelim. Son on yıl içinde yaşanan ekonomik ortam bize göstermiştir ki, piyasaya para girişi artmadığı sürece hisse senedi fiyatları yükselmemektedir. 2000’li yılların başında başlayan ucuz ve kolay para politikası ile bankaların artan kredi hacimleri hisse senedi fiyatlarını da yükseltmiştir. Finansal krizle birlikte bankaların krediyi durdurması sonucu hisse senetleri gerilemeye başlarken Merkez Bankalarının piyasaya tekrar para enjekte etmeleriyle fiyatlar da yeniden yükselmiştir.

Apple örneği
Okullarda okunan ekonomi kitaplarında henüz yer etmese de hisse senedi piyasalarını uzun vadede yönlendiren temel etkenin artık para arzı olduğu asla gözden uzak tutulmamalıdır. Apple örneği bunun en güzel göstergelerinden biridir aslında. Bankaların kredileri durdurduğu günlerde Apple en parlak günlerini yaşıyordu ve piyasaya süreceği ürünlerle gelecek 5 yıla damgasını vuracağı açıktı. Fakat piyasalar o anda şirketin gelecek dönemlerdeki gelirlerinin ne kadar yüksek olacağını düşünmedi bile. Apple’ın “Gerçek Değer”inin ekonomi kuramı ve varsayımları açısından yükselmeye devam etmesi gerektiğini dikkate bile almadı ve şirketin hisse senetleri 200 USD seviyelerinden 80 USD seviyelerine kadar düştü. Merkez bankalarının piyasalara para pompalamaya başlamasıyla birlikte de bugün olduğu 350 USD’lik seviyelerine ulaştı.

Elbette ki ekonomi kitaplarında yazan tasarruf tutarı ne kadar artarsa hisse senetlerine yapılan yatırım da o kadar artacaktır teorisinde doğruluk payı vardır. Çünkü mal ve hizmetlere harcanmayan paranın yatırım piyasalarına veya belli ölçüde hisse senetleri piyasasına akması normaldir. Ama bunun etkilerinin kısa vadeli olacağı asla unutulmamalıdır. Çünkü tasarruf miktarını sürekli arttırmak ve artan tutarın daima hisse senedi piyasalarına aktarılması her zaman mümkün olmayabilir.

Bir ekonomide para ve kredi arzını genişlettiğiniz sürece hem büyümeyi sağlayarak milli geliri hem de hisse senedi fiyatlarını arttırırsınız. Büyüyen ekonomilerde mal ve hizmetlerin miktarı zaman içinde artış gösterir. Hisse senedi piyasaları için de aynısı geçerlidir. Eğer bir ekonomideki para hacmi artarsa hisse senetlerinin toplam değeri veya başka bir ifadeyle şirketlerin toplam değeri artacaktır. Eğer para miktarı artmıyorsa hisse senetlerinin fiyatı da artmayacaktır.

Ekonominin doğası gereği ne milli gelir ne de hisse senedi fiyatları ilave para girişi olmadığı sürece sürekli olarak artmayacaktır. Peki, bir şirketin gelirlerini sürekli olarak arttırdığı varsayımında hisse senedinin fiyatı artmaz mı? Korelasyonun yüksek olduğu açık olsa da oldukça esnektir. Para bazen hisse senedine bazen de şirkete girecektir. Bu da hisse senedinin fiyatının sürekli olarak artmaması anlamına gelecektir.

Bu konuyu biraz daha açalım. Hisse senetlerinin fiyatlarının artması gibi tüm varlıkların fiyatlarının artması finansal bir aldanmadır aslında. Gerçek olansa artan para hacmi kadar paranızın değerinin düşmesidir. Çünkü ne hisse senetleri, ne bakır, ne de ev miktarı piyasadaki para hacminden daha hızlı artmadığı için fiyatları yükselir.

Bankalar krediyi durdurursa ne olur?
Peki, Merkez Bankaları para basmayı ve bankalar kredi vermeyi durdurursa ne olur? Mal ve hizmetlerin fiyatı düşecek ve insanların dilediklerini satın almak için daha az paraya ihtiyaçları olacaktır. Bu durum çağımızdaki ekonomik sistemde mümkün olmadığı için insanların satın alma güçlerini korumaları için değeri artan varlıklara yatırım yapmaları zorunludur.

Gelelim yazımızın en başında anlattığımız “Gerçek Değer”e. Para hacmi hisse senedinin fiyatını belirlerken, bir şirketin gelirlerinin o şirketin hisse senedinin fiyatının oluşmasına hiç mi katkısı yok? Şirketlerin gelirleri piyasadaki para hacmiyle yakından ilişkilidir. Piyasaya yeni para girişi olduğunda bu para öncelikle şirketlerin gelirlerini arttıracaktır. Daha sonra maliyetler artacaktır. Gelirlerin maliyetlerden daima yüksek olmasının ardındaki temel felsefe, maliyetlerin bir kısmının piyasada görece olarak daha az paranın olduğu zaman gerçekleşmesidir. Ya da başka bir ifadeyle söylersek, ilave para girişinin olmaması durumunda gelirler ve maliyetler eşit olacaktır. Ya da bir diğer ifadeyle söylersek bankalar ne kadar çok kredi verirlerse satış gelirleri ile maliyetler arasındaki fark artacaktır. Yüksek enflasyon dönemlerinde yüksek şirket karı oluşmasının nedeni de budur.

Hisse senetlerinin gelecek dönemlerdeki nakit akışlarının bugüne indirgenmiş hali olan Gerçek Değer’in nasıl bir yanılsama içerdiğini sanırız anlatabilmişizdir. Eğer bir ekonomide para hacmi aynı kalıyorsa bir hisse senedinin gelecekteki değeri bugünkü değerine eşit olacaktır.

Varlık fiyatları neden artıyor?
Piyasadaki para hacmindeki artış tüketici fiyatlarındaki artıştan daha fazla varlık fiyatlarını etkilemektedir. Son on yıldır yaşanan ucuz ve kolay para politikası ile kredi hacminin artışı ve buna bağlı olarak piyasalara giren paranın önemli bir kısmı reel ekonomi yerine finansal piyasalara girdiği için tüketici fiyatları yerine varlık fiyatlarında artışa neden olmuştur.

Paranın finansal piyasaları tercih etmesinin en önemli nedeni, geleneksel bankacılığın yerini yatırım bankacılığının almış olmasıdır. Yatırım bankaları emtiadan şirketlere, menkul kıymetlerden varlıklara bağlı türevlere kadar yüksek tutarlı yatırımları ile yeni bir bankacılık sistemi yaratmışlardır. Paranın finansal piyasalar sonucunda varlıklara akması tüketici fiyatlarındaki enflasyonun azalmasına varlık fiyatlarındaki enflasyonun artmasını yaratmıştır.

İşte, Lehman Brothers’ın 2008’deki iflasından sonra Merkez Bankaları tarafından resesyonla mücadele için piyasalara enjekte edilen trilyonlarca doların tüketici enflasyonu yaratmamasının nedeni varlıklara olan yatırımın oransal olarak çok yüksek olmasıdır.

Görüldüğü gibi hisse senedi piyasalarının uzun dönemli yükseliş trendi üzerinde en etkili indikatör para arzıdır. Hisse senedi piyasalarına yatırım yaparak getiri elde etmek isteyenlerin para arzı dışında yaptıkları birçok analiz uzun vadede yanlış tahminlere götürecektir. Hisse senedinin uzun vadeli bir yatırım enstrumanı olması ardındaki temel kabullenmenin de para arzı olduğu unutulmamalıdır.

Sanıyoruz hisse senedi fiyatlarının nasıl yükseldiğini ve Merkez Bankalarının piyasalara enjekte ettiği bunca paraya rağmen tüketici enflasyonunun neden gelmediğini anlatabilmişizdir.


Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti adlı kitabımdan ulaşılabilir...