27 Şubat 2012 Pazartesi

Number 1: Benford Kanunu ve Yunanistan gerçeği

Amerikalı astronom ve matematikçi Simon Newcomb, 1881 yılında American Journal of Mathematics’te yayımlanan makalesinde okuyucuları oldukça şaşırtan bir konudan bahseder. Makalede logaritma kitaplarını incelerken tuhaf bir şey fark ettiğini söyler. Newcomb’un gözlemlerine göre logaritma kitaplarının ilk sayfaları diğer sayfalara göre daha kirli, dolayısıyla daha fazla kullanılmıştır. ‘Logaritma kitaplarını kullanan bilim adamları 1 ile başlayan sayılara 2’den daha fazla, 2 ile başlayan sayılara ise 3’ten daha fazla bakmışlardır. Bu süreç sonunda, en az 9 ile başlayan sayılara baktıkları anlaşılmaktadır.’ Newcomb, bu kısa açıklamasından sonra, sıfırdan farklı bir rakamın, sayının ilk basamağında olma olasılığını hesaplayan basit bir formül yazarak makalesini tamamlamıştır.

Bir logaritma kitabının sayfalarının kaç defa kullanıldığı üzerine yazılan bir teori kimin ne işine yarayabilirdi? Newcomb’un makalesi o zamanlar pek ciddiye alınmamış ve tarihin sayfalarında unutulup gitmişti. Tam 57 yıl sonra, 1938 yılında, ABD’li fizikçi Frank Benford, logoritma kitapları ile ilgili gözlemi yeniden yapar. Fakat Newcomb’tan farklı olarak gözlemlerini, toplanması büyük çaba gerektiren çeşitli alanlardan sağladığı birçok istatistiki veri ile destekler. Nehir uzunlukları, beyzbol istatistikleri, elementlerin atom ağırlıkları, gazete tirajları, şehirlerin nüfusları gibi 20.229 farklı araştırmadan elde ettiği sonuçları Proceedings of the American Philosophical adlı dergide yayınlar. Tüm ölçümler aynı sonuca ulaşmaktadır. Sayılardaki ilk rakamın %30,6 oranında 1 ile başladığını, %18,5 oranında 2 ile başladığını, 9’a doğru ilerledikçe oranın azaldığını ve sonunda 9 ile başlama oranının ise %4,7 olduğunu tespit etmiştir. Örneğin şehirlerin nüfuslarını incelediğinde; yaşayan kişi sayısının ilk rakamının 1 olduğu şehirlerin %33,9, 2 ile başlayanların %20,4 ve giderek azalarak sonunda 9 ile başlayanların %,2 olduğunu ortaya koymuştur. Doğanın bu karşı konulmaz gerçeküstü hali ne kadar gerçektir?

Benford ya da İlk Rakam Kanunu gerçekten neyi ifade ediyor? Yıllardır yapılan araştırmalar Benford yasasının hayatın her alanında uygulanabilecek bir geçerliliğe sahip olduğunu ortaya koymuştur. Son zamanlarda yapılan çarpıcı Benford araştırmalarından biri de Twitter hesaplarıdır. Takipçi sayısı 1 ile 1.706.631 adet arasında olan 38.670.514 adet hesabın takipçi sayılarının ilk rakamları incelenmiştir. 1 ile başlayanların oranı %32,62, 2 ile başlayanların oranı %16,66, 3 ile başlayanların oranı %11,8 ve nihayet 9 ile başlayanların oranı %4,56 çıkmıştır. Sonuçlar Benford’un yıllar önce ortaya koyduğu kanun ile birebir uyumludur. Görüldüğü gibi rasgele seçilen değerler arasında her defasında aynı temel ilişki gözlemlenmektedir.

1 sayısı artık ünlü olmuştur! Benford Kanununun bu önyargısız ve dahice tespit şekli bugün muhasebeden kriminolojiye, seçimlerdeki hileli sonuçlardan forensik’e kadar birçok alanda kullanım alanı bulmasına neden olmuştur. Elde edilen bulgulara göre; Benford analizlerinin, denetimlerde kontrol edilen verilerin %68 oranında hatalı olduğunu, %67 oranında ise hatasız olduğunu ortaya koyabildiğini göstermiştir. Bu nedenle “dijital analiz” denilen bu yöntem denetimlerde oldukça sık başvurulan bir yöntem haline gelmiştir.

Benford analizi Yunanistan gerçeğini nasıl ortaya koyuyor?

Yunanistan’ın çok kısa bir sürede bu kadar kötü bir duruma geleceği önceden pek tahmin edilen bir şey değildi. Euro’nun yeni bir para birimi ola­rak kullanılmaya başladığı 1999 yılında ülkenin borç yükü oldukça fazla ve enflasyon kontrol edilemez bir noktadaydı. Ülkenin 2000 yılında birliğe kabulünde, birliğin sert kriterlerini karşılamak için rakamlarını sıkıştırarak adeta limbo dansı yaparmış gibi, o düşük kriterlerin altına sokulan ekonomik göstergelerin zaman içinde Birliği tehdit edecek seviyelere çıkabileceği ekonomistler tarafından görmezden gelinmişti.

%4 olan enflasyon, %10’un üzerinde olan işsizlik adeta yalan söylenerek Birlik kriterlerinin altına taşınması sonrasında ekono­minin bir anda düşük faizli kredi ortamına girmesiyle Yunanistan balonu da şişmeye başladı. Bir yıl önce %10’lar seviyesiyle borçlanan ülke, bir yıl sonrasında %2’ler seviyesinde borçlanmaya başlamış ve alınan krediler de halkın ücretlerinin artışında kullanılmıştı. Sonrasında olanları hepimiz biliyoruz.

90’lı yılların sonundaki rakamların birlik kriterlerine çekilmesi bazı çevreler tarafından soru işaretiyle karşılansa da kriterlere uyum sağlanmış ve ülke AB’ye girmişti. Fakat bu pembe tablo çok uzun sürmemişti. 2006 yılına gelindiğinde ülkenin milli gelirindeki artışın, bir gecelik bir düzeltme işlemiyle %25 olarak belirlenmesi Avrupa İstatistik Kurumunun (Eurostat) dikkatini çekmiş ve açıklama istenmişti. Fakat rakamlardaki düzensizlik bir türlü ortaya konulamamıştı. Ta ki 28 Nisan 2011 tarihine kadar.

28 Nisan 2011 tarihinde German Economic Review adlı dergide Bernhard Rauch, Max Göttsche, Gernot Brahler ve Stefan Engel imzalı “Fact and Fiction in EU-Governmental Economic Data” adlı bir makale yayınlanır. Makale bugüne kadar Yunanistan’ın birliğe girerken kullandığı rakamların manipüle edildiğini ilk kez ortaya koyar. Analizde Benford Kanunu kullanılmıştır.

Rapora göre Portekiz, İtalya ve İspanya’nın birliğe girişte kullandığı veriler Benford Kanununa göre tam uyumludur. Romanya, Letonya ve Belçika’nın verileri ise sapma içermektedir. Yunanistan’ın verileri ise Benford Kanununa göre son derece büyük bir sapma içermektedir. Rapordan şu sonuç çıkmaktadır: Yunanistan Birliğe girerken rakamları manipüle etmiştir.

Newcomb ve Benford’un yıllarca önce ortaya koyduğu gibi; rasgelelik asla rasgelelik içermez.

Gayrimenkul türevleri

Bilinen klasik tanımıyla türev ürünler, getirisi başka bir kıymetin getirisine bağlanmış, yani başka bir kıymetin getirisinden türetilmiş finansal araçlardır. Türev ürünlerin kendi değeri yoktur. Bir yan sözleşmedirler aslında; riskten korunmaya (hedging) ve zararları sigorta etmeye yarayan.

Fakat türevlerin sadece bir hedge enstrümanı olarak kullanıldığı dönemler çok gerilerde kalmıştır. Japonya’daki pirinç borsasında ilk örnekleri 18. yüzyılda görülen türevler bugün artık neredeyse tamamen spekülatif amaçlar için kullanılarak kâr elde etmenin en kolay yolu olarak görülmektedirler. Global finansal sistem akla gelebilecek her şey üzerine bahislerin (finansal ifadesiyle türev ürünlerin) oynandığı bir casino haline dönüşme yolunda hızla ilerlemektedir.

Finansal sistem içerisindeki sıradan insanların risk alma anlayışlarındaki aşırılığın kumarbazlarınkine benzerliğinin tarihi çok eskilere dayanır. 1800’lü yılların ikinci yarısında giderek büyük bir cazibe merkezi haline gelmeye başlayan türev ürünler borsası Chicago Mercantile Exchange, insanların risk alma alışkanlıklarını değiştirmeye başlamıştı. Türev ürünler, kumarbazların alabileceği riskin neredeyse daha fazlasını sıradan insanların almasını sağlıyordu. Kumarbazların risk yaratabilmeleri için gelmesi zor zarları atması veya kazanması zor atlara oynaması gerekiyordu. Oysa türev kontratlarda daha fazla risk almak için ilave risk üretmeye gerek yoktu. Zaten halihazırda mevcut olan risk üzerine işlem yapılıyordu. Mısır mahsulü o yıl iyi olmayabilirdi. Aşırı kar buğday üretimini azaltabilirdi. Türev ürünler böyle durumlar için sigorta görevi üstleniyordu. Gelecekteki fiyatlar sabitlenerek diğer insanların almak istemedikleri risk üstlenilmiş oluyordu. Miktar arttıkça risk de artıyor ve diğer insanların istemedikleri risk fazlasıyla alınıyordu. Türev kontratları alıp satan bu kişilere spekülatör denilmeye o zamanlar başlanmıştı. Bugün resmi rakamlarla 700 trilyon dolar, piyasa tahminleriyle 2,5 katrilyon dolar olduğu düşünülen türev ürünler piyasası insan ruhunun derinliklerinde saklı olan risk alma isteğinin sınırlarının kontrol edilememesinden kaynaklandığı ortadadır.

Sentetik bir ev satın almak

Riskten korunma ve risk almaya imkan veren yapıları türev ürünlerin ikili doğasını oluşturur. Bu nedenle büyüyen ve gelişen piyasaların kendi türev enstrümanlarını da yaratması uzun sürmez. Mortgage kredilerin gelişmiş finansal piyasalarda önemli bir büyüme modeli olmaya başlamasıyla birlikte bu alandaki ürünler de artmaya başlamıştır. Bunlardan biri de gayrimenkul türevleridir (property derivatives).

İnsanların yükselen ev fiyatlarından kazanç sağlamak için öncelikle bir ev almaları gerekmektedir. Düşük fiyattan alınan ev, fiyatlar yükselince satılarak aradaki fiyat farkından kar elde edilir. Fakat ev fiyatlarının ne zaman yükseleceği baştan her zaman bilinemez. Böyle bir durumda evi satın alan kişi evi belirsiz bir süre elinde tutma riskini de üstlenmiş olur. İşte gayrimenkul türevleri yükselen ev fiyatlarından (ya da düşen) gelir elde etmek isteyenlerin bu riski uzun süre üzerlerinde taşımalarına mani olur.

Bir gayrimenkul türev kontratı satın almak finansal ifadesi ile sentetik bir ev almak anlamına gelir. Gayrimenkul türevleri genel olarak bir forward kontratı şeklinde çalışır. Basitçe anlatmak gerekirse kontrat alıcısı ve satıcısı fiyat ve teslim tarihi üzerinde uzlaşırlar. Kontrata konu ev belirlenir. Diğer türev işlemlerden farklı olarak dayanak varlığın bir ev olması durumunda evin büyüklüğü, yeri, inşa yılı gibi faktörler önemli olur. Bunlar ayrıntılı şekilde değerlendirilerek kontrata yazılır. Kontrat vadesi sonunda ev fiyatının ulaştığı seviyeye göre aradaki fark kadar kontrat alıcısına ödeme yapılır. Ev fiyatındaki yükseliş kontrat alıcısına ödenerek sözleşme sona erdirilir.

Bu tür sözleşmelerde en önemli sorun ev fiyatlarının nasıl ölçüleceğidir. Ev fiyatlarını ölçen standardize edilmiş endekslere ihtiyaç duyulur. Bu tür endekslerin oluşturulabilmesi için özel sektör, kamu ve üniversitelerin ortak çalışmaları gerekir. Gayrimenkul kontratlarının tıpkı döviz kontratlarında olduğu gibi güvenilirliğinden kimsenin endişe duymayacağı fiyat değerleme yapılarına bağlanması gerekir. Bu tür endeksler ilk olarak 1980’li yıllarda İngiltere’de oluşturulmuştur.

Güvenilir endekslerin oluşturulması sonrasında ilk gayrimenkul türevleri 1994 yılında yine İngiltere’de başlamıştır. Fakat yatırımcı ilgisi düşük olur. Ticari gayrimenkul piyasasının yükselişe geçmesiyle birlikte kontratlar 2005 yılında tekrar vitrine çıkar. Yine aynı tarihlerde, şu an dünyanın 100 etkili ekonomistinden biri sayılan ve MacroMarkets adlı yatırım platformunun kurucusu Robert J.Shiller tarafında ABD’ye getirilir. Kontratlar 2006 yılından itibaren CME tarafından satılmaya başlanır.

MacroMarkets verilerine göre dünyanın en büyük varlık grubunu gayrimenkuller oluşturuyor. 2009 yılı verilerine göre ABD’deki evlerin toplam değeri 16.6 trilyon dolar iken hisse senetleri 15.1 trilyon dolar seviyelerindedir. Fakat bu büyük pazar üzerine kurulu forward piyasası istenilen derinliği kazanabilmiş değildir.

ABD’deki ev fiyatlarını takip eden en önemli endeks Robert J.Shiller tarafından oluşturulan S&P / Case-Shiller Home Price endesk grubudur. Her ay lokal kayıt kuruluşlarından toplanan verilen endeksin metodolojisi paralelinde işlenerek eyaletler bazında ev fiyat endeksleri oluşturulmaktadır. Türev kontratlar da bu endeksler üzerine inşa edilerek sonuçlandırılmaktadır. İngiltere’de ise ev fiyatları IPD (Investment Property Databank) adlı kuruluş tarafından tutulmaktadır. Ayrıca ticari gayrimenkuller için FTSE UK Commercial Property Index Series bulunmaktadır.

Gelişmekte olan piyasalarda bu tür finans alanlarının oluşabilmesi için öncelikle bilgi akışındaki boşluğu dolduracak yapıların oluşturulması gerekmektedir. Finansal piyasaların toplumsal kurumların tam olarak işlemesi ile yakın ilişkili olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Ev fiyatlarındaki tarihi düşüş

S&P / Case-Shiller Home Price endeksi incelendiğinde ABD’deki ev fiyatların 2006 yılı Nisan ayından bu yana (Kasım/2011 itibarıyla) en düşük seviyesinde olduğu görülmektedir. Ev fiyatları kriz döneminde bile bu kadar aşağılara düşmemişti. Piyasalardaki likidite sıkışıklığının talebi azaltmış olacağı düşünülebilir. Ama bundan daha önemlisi 2007 yılında başlayan krizin hala derinleşmeye devam ettiği gerçeğidir.

26 Şubat 2012 Pazar

Yunanistan altın rezervlerinin kontrolünü kaybedebilir

26 Şubat 2012 tarihinde "Ekonomi ve Yönetim Platformu"nun resmi yayın organı www.ekonomi.org.tr 'de yayınlanan yazımın tam metni...

Yunanistan’ın borç krizinin sonuçlanmasına yönelik anlaşmanın mürekkebi henüz kurumadan hükümet bu kez başka bir haberle sarsıldı. Fakat bu kez politik sol kanattan değil. Avrupa ve OECD tarihinde ilk kez bir uygulama ile karşı kaşıya Yunanistan. 100 tonluk altın rezervlerinin kontrolünü her an kreditörlerine bırakabilir.

Global piyasalar, Avrupa’daki ekonomik görünüşün gerginliğinin her an arttırması nedeniyle hisse senedi piyasalarından altın gibi daha güvenli alanlara kaçış yapmaktalar. Yunanistan’daki yapısal sorunların çözümüne yönelik henüz tatmin edici önlemlerin alınmamış olması ve artan para basma gayretleri yatırımcıları altına yönlendirmiş gözüküyor. İşte bu noktada Yunan tahvili sahipleri ülkenin altın rezervlerine yönelmiş durumdalar.

IMF verilerine göre Yunanistan 100 tonluk altın rezervine sahip. Tahvil sahipleri bu rezervlerin borç takasında pazarlık masasına konmasını istiyor. Önceki aylarda Alman yetkililer zaten PIIGS ülkelerinin altın rezervlerinin teminat olarak kullanılmasını önermişlerdi. Gerekirse bu rezervlerin satılması gerektiği vurgulanmıştı. Hatta Avrupa Birliğinin sıkıntıdaki ülkelerin altın rezervi kontrolünü eline geçirmesi gerektiği önerilmişti. Altının risksiz bir teminat olması borç takasında alacaklıları mutlu edecek gibi görünüyor. Fakat Yunanistan’ın altın rezervinin yetersiz görünüşü ve ülkenin birlik açısından önemi düşünüldüğünde kararsızlık yükseliyor.

Bir ülkenin altın rezervlerini kaybetmesi oldukça tehlikeli bir durum. Son zamanlarda İran ve Sudan’ın altın rezervlerini satarak halklarını doyuracak gıdayı satın aldığını görüyoruz. Yunanistan’ın borç takası anlaşmasına altın rezervlerinin konu edilmesi, ülkenin elindeki güvenilecek tek savunma mekanizmasını da kaybetmesi anlamına gelecek.

Neler olacağını yakında göreceğiz fakat şu an görünen tek bir şey var. O da Yunanistan’ın Avrupa Birliğinin bir üyesi değil giderek bir kolonisi olmaya başladığı gerçeği.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Bankalarımızın artan türev ürün işlemleri ve dikkat edilmesi gereken hususlar

21 Şubat 2012 tarihinde "Ekonomi ve Yönetim Platformu"nun resmi yayın organı www.ekonomi.org.tr 'de yayınlanan yazımın tam metni...

Bankalarımızın türev ürün hesapları baş döndürücü bir hızla büyümeye devam ediyor. Sektörün 2010 yılı ve 2011 yılı 1-2 ve 3. dönem toplam rakamları sırasıyla 384 milyar, 455 milyar, 512 milyar ve 582 milyar lira. Artış hızı dönemsel olarak %15 seviyelerinde. Bu da yıllık yaklaşık %50-60 gibi bir büyüme oranına karşılık geliyor. Peki, bankalarımızın türev ürün hesaplarındaki yükseliş neyi ifade ediyor ve bu yükseliş nasıl kontrol altında tutulabilir?

2007 yılında başlayan finansal krizde en büyük suçlulardan biri türev ürünlerdi. Türev ürünlerin son derece karmaşık ve öngörülmesi zor doğaları Lehman Brothers’ın çöküşünden AIG’nin uçurumun kenarına gelmesine kadar birçok olayda karşımıza çıkmıştı. Aynı olumsuzlukların oluşmaması için neler yapılmalı?

Sözlükler türev ürünleri, getirisi başka bir kıymetin ya da terminolojik adıyla dayanak varlığın getirisinden türetilen finansal enstrümanlar olarak tanımlıyor. Finansal sistem için ise bir risk transfer enrtrümanı olan türev ürünlerin karmaşık yapısını aşağıdaki hikaye oldukça etkileyici şekilde ortaya koymaktadır:

Yüzme bilmeyen akrep, nehrin karşı kıyısına geçmek için kaplumbağadan yardım ister. Kaplumbağa, bu teklife önce karşı çıkar. Ne de olsa akrep tehlikelidir. Akrebin yüzerken onu ısırmayacağını kim garanti edebilir? Fakat akrep, kaplumbağanın bu düşüncesinin mantıksız olduğunu söyler. Eğer akrep yüzerken kaplumbağayı ısırırsa, ikisi birden suya batıp boğulacaklardır. Neden akrep bu riski alsın ki?.. Bu düşünce kaplumbağanın aklına yatar ve akrebi sırtına alarak karşı kıyıya doğru yüzmeye başlar. Fakat nehrin ortasına geldiklerinde akrep kaplumbağayı ısırıverir. İkisi birlikte suya batarken, kaplumbağa akrebe kendisini neden ısırdığını sorar. Akrebin yanıtı şöyledir: "Çünkü benim yaradılışım böyle!"(Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti, Hakan Osmanoğlu, Cinius Yayınları, 2012)

Türev ürünlerin tehlikelerinden nasıl korunulabilir?

Finansal sistem açısından risk transfer enstrümanı olarak görülen türev ürünler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızlı şekilde büyümektedir. Bu büyüme enstrümanların yapısının giderek daha karmaşıklaşması durumunu da ortaya çıkarmaktadır. Yüksek karmaşa yüksek belirsizlik ve riski beraberinde getirmektedir. Sadece büyük finansal kuruluşlar değil, organize ve organize olmayan kuruluşlar vasıtasıyla sıradan insanlar da bu cazibeli pazara girmektedirler. Bu da riskin sadece finansal kuruluşlar ve organize borsalar üzerinde değil, sıradan insanlar ve organize olmayan pazarlara da transfer olmasına neden olmaktadır. Böylece finansal sistem içindeki risk daha da artmaktadır.

2001 yılında 1 trilyon dolar seviyesinde olan global türev ürünler pazarı şu an resmi rakamlara göre 700 trilyon dolar, piyasa rakamlarına göre 2-3 katrilyon dolar seviyelerinde. Bu yüksek büyüme hızının finansal kriz ile birlikte tartışılmaya başlanması medya ve finansal kuruluşlardan sonra düzenleyici otoritelerin de dikkatini çekmiştir. Bir finansal kuruluştan başka bir finansal kuruluşa aktarılan riskin global finansal sistem içinde varlığını sürdürmeye devam ettiği finansal krizle birlikte iyice anlaşılmıştır.

Bu hızlı büyüyen pazarda, sözleşmelerin giderek karmaşıklaşan yapısı düzenleyici kuruluşların işlerini zorlaştırmaktadır. Türev enstrümanların tanımlanması, izlenmesi ve değerlerinin belirlenmesi önemli bir sorun olarak görünmektedir.

Türev ürünler vasıtasıyla risk transferi genellikle iki şekilde gerçekleşmektedir. Finansal kuruluşlar arasında kredi türevleri ile sigortalayıcı kuruluşlara, organize borsalar ya da varlığa dayalı menkul kıymetler aracılığıyla sermaye piyasalarına.

Kredi türevlerini aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz:

· Swap sözleşmeler gibi geleneksel enstrümanlar
· CDS gibi görece basit (vanilla) kredi türevleri
· Egzotik türevler denilen FX işlemler gibi kaldıraçlı ürünler
· CDO (collateralised debd obligations) gibi yapılandırılmış ürünlerden oluşan sentetik menkul kıymetler

Yukarıdaki basit sınıflandırmadan da görülebileceği gibi enstrümanlar arasındaki sınırların ve terminolojinin bulanık yapısı da karmaşayı arttırmaktadır.

Türev ürünler kredi riskinin sentetik olarak transferine olanak sağlarlar. Sentetik risk transferi, varlığa ait risk karşı tarafa transfer edilirken varlıkla ilgili yasal hakların finansal kuruluş üzerinde kalmaya devam etmesini ifade eder. Örneğin aktifte yer alan bir tahvil ile ilgili bir CDS satın alınması tahvilin üzerinde farklı bir mülkiyet hakkı yaratmaz.

Finansal kuruluşları türev ürünler pazarına yönlendiren faktörlerin başında gelen risk transferi temelde düzenleyici kuruluşların sermaye sınırlamaları ile gelen düzenlemelerinden kaynaklanmaktadır. Türev ürünleri kullanan finansal kuruluşlar sermaye yeterliliklerini ayarlayarak artık sermaye limiti yaratabilmektedirler. Diğer önemli faktör müşteri yönlü işlemlerdir. Müşterilerin türev ürünlere talebi giderek artmaktadır.

Artan talep ile birlikte finansal kuruluşlar ve riski üstlenen sigortacı kuruluşlar arasında algılama farklılıkları da giderek artmaktadır. Özellikle kontrat içinde yer alan şartların neyi ifade ettiği konusunda karşılıklı bir tam mutabakatın sağlanamadığı araştırmalarla da ortaya konmuştur. Özellikle son yaşanan Yunanistan krizinde de gördüğümüz CDS kontratları benzeri sorunlar önemli bir durumdur. Ödemenin hangi koşullarda yapılacağı, korumanın ne tür bir koruma olduğu, ödemenin nasıl yapılacağı gibi hususlar karşılıklı olarak paralel bir anlayışla değerlendirilmelidir.

Kontratlardaki karmaşıklığın azaltılması standardize edilen kontrat koşullarının artmasına bağlıdır. 2000’li yılların başında türev piyasasının iki büyük aktörü JPMorgan ve Morgan Stanley’in kendi aralarındaki işlemlerde müzakere ettikleri 30 koşuldan 22’sini standardize ederek operasyonel risk, baz risk ve maliyetleri azaltmışlardır. Son yıllarda kontratların standardize edilmesi yönündeki çabalar artmıştır. Bu uygulamaların artması tezgah üstü piyasalarda verimliliği arttıracaktır.

Şu an için ülkemizdeki türev ürünler pazarı finansal kuruluşların parmaklarını henüz yakmadığı için risk yaratacak seviyelerdedir demek mümkün görünmüyor. Fakat büyüyen türev ürün iştahının yakından izlenmesi gerekmektedir. Piyasa dinamiklerindeki değişimin büyümeyi nasıl etkilediği kontrol edilmelidir. Düzenlemeler bu büyümedeki riskleri kontrol altında tutabilecek şekilde olmalıdır. Türev işlemlerin değerlemesi ve muhasebeleştirilmesi yanında sözleşmelerin imzalanmasındaki anahtar riskler de tanımlanmalı ve düzenlenmelidir. Türev pozisyonlar üzerindeki şeffaflığın ve kamuyu bilgilendirme gereksiniminin sağlanabilmesi için yeni raporlama teknikleri geliştirilmelidir. Farklı ülkelerdeki finansal kuruluşlarla yapılan kontratların ülke riskleri ayrıca tanımlanmalıdır. Kontratların farklı ülke riski içeren yapısı nedeniyle dünyadaki diğer düzenleyici kuruluşlarla işbirliği arttırılmalı ve platform eşgüdümü sağlanmalıdır.

Tüm bunların yanında türev ürünlerden kaynaklanan riskin azaltılması için belki de yapılması gereken tek bir şey var. O da bir finansal kuruluşta bu işlemleri gerçekleştiren, muhasebesini sağlayan, riskini yöneten ve denetlenmesi sağlayan tüm çalışanların türev ürünleri bütün yönleri ile gerçekten tanımalarını sağlamak. Çünkü finansal kriz döneminde yapılan birçok araştırmada türev ürün işlemlerini gerçekleştiren en tepe yöneticilerin bile bu ürünleri tüm yönleriyle tanımadığı ortaya çıkmıştır. İşte bu türev ürünlerle ilgili gözden kaçırılmaması veya görmezden gelinmemesi gereken en önemli husustur.

Türev ürünler ile ilgili ayrıntılı bilgiye Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti adlı kitabımdan ulaşılabilir...

11 Şubat 2012 Cumartesi

Krizde yeni rota İtalya mı?

Yunanistan krizi daha önce de yaşandığı gibi Yunan halkının tasvip etmediği tedbirler alınarak yeniden çözülmüş görünüyor. Şimdi sıra “şimdi sıra kimde” sorusunda.

Şimdi sıra kimde?.. Piyasaların yeni rotası, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi muhtemelen İtalya olacak. İtalya’daki sorun Yunanistan’dan daha büyük ve çözülmesi de daha zor. Fakat henüz buzdağının görünmeyen tarafları fiyatlanmaya başlanmadı. Sanıyoruz yakında yerel belediyeler ve merkezin borç yükünün sürdürülemezliği tartışılmaya başlanacaktır. Peki bu ne zaman başlar?

11 Şubat 2012 tarihinde "Ekonomi ve Yönetim Platformu"nun resmi yayın organı www.ekonomi.org.tr 'de yayınlanan yazımın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz. (Yazının devamı)

8 Şubat 2012 Çarşamba

Finansal Krizin Gizli Doğası



FİNANSAL KRİZİN KARMAŞIK YAPISINI BASİT BİR DİLLE ANLATAN BİR KİTAP (İçindekiler)...



Financial Times, 1997 yılında bir yarışma düzenler. Ekonomist Richard Thaler tarafından hazırlanan yarışma şöyledir: Okuyuculardan 0 ile 100 arasında bir sayı seçmeleri istenir. Seçilen sayıların ortalamasının 2/3'üne en yakın olan sayıyı tahmin eden yarışmayı kazanacaktır. Gazete soruyu biraz daha açıklamak için bir örnek verir: Örneğin yarışmaya 5 kişinin katıldığını ve seçilen sayıların 10, 20, 30, 40 ve 50 olduğunu varsayalım. Bu durumda ortalama 30 olacak ve 30'un 2/3'ü 20 olduğundan, 20 sayısını seçen kazanacaktır.
Oyundaki en önemli nokta, eğer kazanmak istiyorsanız diğer oyuncuların nasıl düşündüğünü bilmeniz gerektiği hususudur. Eğer herkesin 20'yi seçeceğini düşünüyorsanız kazanmak için 20'nin 2/3'ü olan 14'ü seçmeniz gerekiyor. Peki ya herkes sizin gibi düşünür ve 14'ü seçerse? Bu durumda kazanmanız için 10'u seçmeniz gerekecektir. Bu şekilde düşünmeye devam ettiğiniz sürece sonunda kazanmanız için 1'i seçmeniz gerektiği düşüncesine ulaşırsınız.Fakat böyle bir yarışmada herkesin 1'i seçmeyeceği açıktır. Peki, öyleyse kazanmak için nasıl düşünülmeli?Yarışmada kazanan rakam 13'tür... Nasıl olmuştur da 13 kazanmıştır? ,Eğer kazanan rakam 1 olsaydı hiç kimse hata yapmamış olacaktı. Dolayısıyla da herkes kazanacaktı. 13 kazandığına göre birçok insan hata yapmış demektir…2007 yılında başlayan ve etkileri halen devam eden global finansal krizde hata nerede ve kim tarafından yapılmıştı?.. Suçlu kimdi?..

Hangi delilleri bırakmıştı?..


Bu blogta anlatılmaya çalışılan küresel finansal krizin tüm karmaşık yönlerini insan davranışları eksenli bir yaklaşım ve finanstan hiç anlamayanların bile rahatça anlayabileceği bir dille kaleme aldığımız FİNANSAL KRİZİN GİZLİ DOĞASI: Maça Kızı Efekti adlı kitap piyasada...

7 Şubat 2012 Salı

Finansal Krizin Gerçek Hikayesi

Dünya finansal balonlar kabusundan bir türlü kurtulamıyor. Patlaması halinde 2012 yılı içinde etkisinin büyük olmasından korkulan Çin’deki gayrimenkul balonu şu an devlet desteğinde kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Aşırı yükselen ev fiyatlarının devletin müdahalesiyle düşürülmesi planlanıyor. Bakalım balon patlamadan balonun havasını almak mümkün olabilecek mi?
2007 yılında başlayan finansal kriz birçok finansal balonun patlaması sonucu bugünkü enkazı yaratmış durumdadır. Piyasalar hala patlamaya hazır Yunanistan, İtalya, Eurozone gibi balonlardan bahsediyor. Artık herkes finansal sistemin balon üretmeden yaşayamadığını düşünmeye başlamıştır. Peki, finansal balonlar nasıl oluşuyor?

Bugünkü finansal krizi anlamak için belki de en iyi bilinmesi gereken şey finansal balonların nasıl yaratıldığıdır. Finansal balonların nasıl yaratıldığını “Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti” adlı kitabımda anlattığım bir kurgu hikayeyi burada yeniden yayınlayarak anlatalım. İşte kitabı okuyan birçok kişinin finansal krizin gerçek hikayesi dediği hikaye:

Küçük bir ülke düşünelim. Bu küçük ülkede toplam para miktarının 2 dolar olduğunu varsayalım. 2 adet 1 dolarlık madeni para da piyasadaki toplam para hacmini oluştursun.

Bu ülkede yaşayan 3 kişi olsun. Bay A ülkenin sahibiyken, Bay B ve Bay C’nin ellerinde de 1’er dolarlarının olduğunu kabul edelim. Ülkenin fiyatının da 1 dolar edebileceğini düşünelim.
Bir gün Bay B, elindeki 1 dolarla yaşadıkları ülkeyi Bay A’dan satın almaya karar verir ve ülkeye 1 dolar verebileceği üzerinde anlaşırlar. Satış gerçekleşir. Alışveriş sonrası Bay B ülkenin yeni sahibi olurken A ve C’nin elinde 1 dolar vardır. Öte yandan ülkeye değer biçilmiş ve bu alışveriş sonrası ülkenin fiyatı 1 dolar olmuştur.

Böylece ülkedeki toplam varlıklar 3 dolara çıkmıştır. A ve C’nin elindeki 1 dolar ve ülkenin 1 dolar olan değeri.

Bir süre sonra Bay C şöyle bir fikir geliştirir: “Ülkedeki arazi miktarı sınırlıdır ve arazi üretilebilir bir varlık değildir. Üstelik borç para bulmak da kolay gözüküyor. Öyleyse bu ülkenin değeri yakında kesinlikle artacaktır.”

Bu düşüncelerle Bay C, Bay A’dan 1 dolar ödünç alarak, ülkeyi Bay B’den 2 dolara satın alır.

Şimdi ülkenin varlık birikimine yeniden bakalım. A’nın C’ye verdiği 1 dolarlık kredi sonrasında Bay A’nın net varlığı 1 dolardır. B, ülkeyi 2 dolara sattığı için net varlığı 2 dolardır. C, ülkeyi 2 dolara satın alsa da, A’ya olan 1 dolar borcu nedeniyle net varlığı 1 dolardır. Bunların sonucunda ülkenin toplam varlıkları 4 dolara yükselmiştir.

Bay A, bir zamanlar sahip olduğu ülkenin değerinin yükseldiğini görünce sattığına pişman olur ve derhal harekete geçer. Zaten Bay C’nin kendisine 1 dolar borcu vardır. Bay B’ye giderek onun elindeki 2 doları borç alır. Ülkeyi Bay C’den 3 dolara satın almak üzere anlaşırlar. Ödemenin 2 doları nakit, 1 doları Bay C’nin kendisine olan borcunun iptal edilmesi suretiyle yapılacaktır.

Sonuçta A, 3 dolar değerindeki ülkenin sahibidir. Fakat B’ye 2 dolar borcu olması nedeniyle net varlığı 1 dolardır. B, A’ya 2 dolar kredi açtığı için net varlığı 2 dolardır. C’nin elinde ise 2 dolar vardır ve net varlığı 2 dolardır. Ülkenin toplam varlıkları 5 dolara yükselmiştir ve balon giderek şişmektedir.

Bay B, ülkenin fiyatının hala yükselmeye devam ettiğini fark eder. O da yeniden ülkeye sahip olmak ister ve ülkeyi Bay A’dan 4 dolara satın alır. Ödemenin 2 doları C’den borç alınan 2 dolarla, kalan 2 doları ise Bay A’dan olan 2 dolarlık alacağının iptali ile yapılır.

Bunun sonucunda, A’nın borcu silinmiş ve elinde de 2 dolar nakdi vardır. Net varlığı 2 dolardır. B, 4 dolar değerindeki ülkenin sahibi olmakla birlikte, C’ye olan 2 dolar borcu nedeniyle 2 dolar net varlığa sahiptir. C, verdiği 2 dolar kredi nedeniyle 2 dolar net varlığı vardır. Ülkenin toplam varlıkları 6 dolara yükselmiştir.

Şimdi kısa bir muhakeme yapalım. Ne olmuştur da ülkenin toplam varlıkları ekonomik olarak 6 dolara çıkmıştır. Oysa bu ülkeye başta var olan 2 dolar haricindeki nakit para dışında herhangi bir şey girmemiştir…

Bu noktada yine küçük ülkemize dönelim. Artan varlıklar sonrasında artık ülkede herkes mutlu ve zengindir.

Bir gün Bay C’nin aklına şeytani bir düşünce gelir: “Bu ülkenin fiyatının bundan daha fazla yükselmesi mümkün değil! Piyasada sadece 2 dolar var ve ülkenin değeri en fazla 1 dolar eder. En iyisi Bay B’nin bana olan borcunu vadesinde tahsil edeyim…”

Ne gariptir ki, elinde 2 doları bulunan Bay A da o sırada aynı şeyi düşünmektedir. Kimse ülkeyi satın almak istememektedir.

A, elindeki 2 dolar nakitle net varlığı hala 2 dolardır. B’nin C’ye 2 dolar borcu devam etmektedir. Sahibi olduğu ülkenin değeri ise 4 dolardan 1 dolara düşmüştür. Net varlık değeri -1 dolardır bu durumda. C’nin B’ye verdiği 2 dolarlık kredi ise tahsili şüpheli hale gelmiştir. Bu durum C’de sıkıntı yaratsa da net varlık değeri hala 2 dolardır.

Sonuçta ülkenin toplam varlık değeri 6 dolardan başlangıçtaki gibi 3 dolara düşmüştür.

Peki, ülkeden 3 doları kim çalmıştır?

Balon patlamadan önce Bay B, ülkenin değerinin 4 dolar olduğunu düşünüyordu. Fakat ülkenin fiyatının 1 dolara düşmesi ve ülkeyi satacak müşteri bulamaması B’yi, 2 dolar olan borcunu nasıl ödeyeceği konusunda düşünceye sokar.

Ülkenin net varlık değeri hala 3 dolardır.

Artık Bay B daha fazla dayanamaz ve borcunu ödeyemeyeceğini itiraf eder. Bu durumda Bay C’nin kredisi de otomatik olarak batmış olur. Karşılığında da Bay B’nin sahibi olduğu 1 dolar değerindeki ülkeyi geri alır.

Hepsinin sonunda, A’nın hala elinde 2 doları vardır ve net varlığı 2 dolardır. B iflas etmiştir ve net varlık değeri 0’dır. C’nin elinde ise 1 dolar değerinde olduğu kabul edilen ülkeden başka bir şey kalmamıştır. Yani tüm bunların sonucunda, ülkenin net varlık değeri başlangıçtaki gibi 3 dolara gerilemiştir.

Bu hikayeye farklı bir açıdan baktığımızda şu görülmektedir. Ülkenin sahibi değişse de hala bir kişinin elinde bulunmaktadır. Ellerinde eşit para olan kişilerden biri ise parasını diğerine kaptırmıştır. Bay A kazanan, Bay B kaybeden, Bay C ise henüz uçurumdan düşmediği için şanslı durumdadır. Kısacası ülkedeki insanların bir kısmı zenginleşirken bir kısmı fakirleşmiştir.(Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti, Cinius Yayınları, 2012)

5 Şubat 2012 Pazar

İki aslanın hikayesi

ABD hisse senedi piyasaları 1987 yılından bu yana en yüksek aylık getiri ile yeni bir yıla başlıyor. Avrupa hisse senedi piyasaları da haftayı güçlü getirilerle kapattı. Şimdi dikkatler Euro-zone’un gelecek haftaki kriz gelişmelerine çevrilmiş durumda. Facebook’un 5 milyar dolarlık halka arzı gündemden düşmek üzere. Çünkü Yunanistan krizi bir türlü bitmek bilmiyor. Uzayan kriz, yatırımcıların, sırada bekleyen ve Yunanistan’dan daha önemli olacak İtalya’ya dönmelerine engel oluyor. Peki, dünya ekonomisi bu kadar kötü durumdayken nasıl oluyor da hisse senedi piyasaları tarihi yükselişlerini yaşayabiliyor?

2007 yılından bu yana krizin çeşitli dönemlerinde de gördüğümüz finansal piyasalar ile global ekonomik görünüm arasındaki uyumsuzluğun yanıtı iyi bilinmesi gereken bir gerçekte saklı. Ekonomi ve piyasalar iki ayrı kafesteki iki aslan gibidir!

5 Şubat 2012 tarihinde "Ekonomi ve Yönetim Platformu"nun resmi yayın organı www.ekonomi.org.tr 'de yayınlanan yazımın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz. (Yazının devamı)

Dünya ticaretindeki gerileme bankaları endişelendiriyor

Global finansal piyasaların ifadesi ile Real Street’i Wall Street’ten ya da yerel ifadesiyle sanayiyi finanstan önemli gören birçok sağduyu sahibi insan için gerçekten kabus gibi bir dönemin içindeyiz. Dünya ticareti tarihi çöküşlerinden birinin kenarında. 21 Kasım 2008 tarihinde kişisel bloğumda (globalekonomikmonitor) yazdığım “Dünya ticareti çöküyor” başlıklı yazımda şunları söylemiştim:

“Son zamanlarda ekonomik göstergeler arasında ön plana çıkan Baltık Dry Endeks, dünya ticaretindeki keskin düşüşü gözler önüne sermeye başladı. Akreditiflerin açılamaması nedeniyle, dünyadaki tüm limanlarda, demirlemiş gemilerin giderek arttığı son gelen haberler arasında. Petrol tankerleri için de aynı şey geçerli. Alıcı olmaması nedeniyle birçok gemi petrol yüklü halde limanlarda bekliyor. Dünya topyekün bir çözünme içine giriyor.

4 Şubat 2012 tarihinde "Ekonomi ve Yönetim Platformu"nun resmi yayın organı www.ekonomi.org.tr 'de yayınlanan yazımın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.(Yazının devamı)

2 Şubat 2012 Perşembe

Bankalar Stratejilerini Yeniden Gözden Geçirebilir

Global bankacılık bugün büyük bir likidite ya da sağduyu ile söylersek para açmazının içinde. Para aslında hepimizin iyi bildiği ama pekiyi tanımadığı bir kavram­dır. Binlerce yıl önce Meksikalı yerliler “kakao” dedikleri ağaçlarda yetişen tanelerden sıcak bir içecek keşfederler. Bu sıcak içecek okadar lezzetlidir ki tanrıların armağanı olduğuna inanırlar. Kısa zamanda bölgede çok ünlü olan kakaoya komşu Aztekler yeni bir form vererek “çikolata” dedikleri farklı bir kakao türü oluşturur­lar. Kakaodan daha lezzetli olan çikolata tanelerine o kadar değer veriliyordu ki Aztekler para yerine artık çikolata tanelerini kullanmaya baş­lamışlardı. İspanyollar da 16.yüzyılda Meksika’yı fethettiklerinde para yerine çikolata denilen bu taneleri kullanmayı sürdürmüşlerdi.

1 Şubat 2012 tarihinde "Ekonomi ve Yönetim Platformu"nun resmi yayın organı www.ekonomi.org.tr 'de yayınlanan yazımın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.(Yazının devamı)
http://www.ekonomi.org.tr/bankalar-stratejilerini-yeniden-gozden-gecirebilir