29 Nisan 2015 Çarşamba

Asgari ücretli için hisse senedi analizi!

Çalışan nüfusumuzun yarısından fazlası asgari ücretli olunca sermaye piyasalarımız da pek derinleşmiyor haliyle. Bırak yatırım yapacak parayı, evini geçindirecek parayı bulan şanslı bugünlerde. Finans merkezi olma hayallerimiz ise dönüyor dolaşıyor borsamızın gelişmesine bağlanıyor. Amaç her yatırımcıyı borsaya çekip şirketlere yatırım yaptırmak. Böylece gelişmiş bir sermaye piyasamız olacağı söyleniyor. "Allah borsamıza zeval vermesin" diye dualar eden yöneticilerimiz, siyasilerimiz ve halkımız var artık; borsayı gözümüzden bile sakınıyoruz...

Hayatları boyunca hisse senedi yatırımı yapamayacak milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede hisse senedi analizlerini okuyacak insanı bulmak da haliyle zorlaşıyor. Çünkü analizlerin tamamı cebinde parası olan kişiler için. Asgari ücretli ya da yoksulluk sınırının altında yaşayan insanlar için analiz yapan kimse yok. Öyleyse bir ilki gerçekleştirelim ve asgari ücretli için hisse senedi analizi yapalım diyoruz. Eğer yoksulluk sınırının altında ya da asgari ücretli çalışan biriyseniz hisse senedi almadan önce bu analizi okumanızda fayda var.

Asgari ücretli için hisse senedi analizi:

1- İşten atılana üzülme!
Kazanmak istiyorsan hisse senedinin fiyatının artması gerekir. Bunun en basit yollarından biri şirkette çalışanların bir kısmının işten atılmasıdır. Hani haberlerde duyuyorsun ya, "bilmemne" firması şu kadar insanı işten çıkardı diye. İşte, bu haberleri duyduğunda sakın üzülme. "Zavallıcıklar ailelerini nasıl geçindirecekler" diye aklından geçirme. Mutlu ol, çünkü şirketin giderleri azaldığı için (çünkü sana verilen asgari ücret şirketin gideri oluyor), karı artacak demektir. Böylece hisse senedinin fiyatı da artacak ve parana para katmış olacaksın.

2- Maaşın yükseltilmiyorsa sevin!
Enflasyon karşısında aldığın asgari ücret değersiz oluyorsa ve zam zamanı maaşına sadece 10 lira zam yapılıyorsa, sakın tasa yapma. Sana verilmeyen maaş şirketin cebinden para çıkarmayacağı için giderleri azalacak ve hisse senedinin değerini arttıracaktır. Böylece yatırımından gelir elde edeceksin, fena mı?

3- Tasarrufunu sakın vadeli hesaba yatırma!
Dişinden tırnağından arttırıp birkaç kuruş kara gün parası biriktirmiş olabilirsin. Aman ha, "az kazanayım ama gece rahat uyuyayım" diye düşünüp paranı aylık faize yatırma. Herkes senin gibi yaparsa o hisse senedinin değeri ne olur biliyor musun; borsa diye bir şey kalmaz alimallah. Sana tavsiyem hemen git hisse senedi al. Dalgalanma olmuş, hissenin değeri düşmüş, üç kuruşum vardı o da heba olmuş diye sakın düşünme. Borsanın geleceği senin geleceğinden daha önemlidir unutma.

4- Sendikayı aklından bile geçirme!
"Dur bir sendikaya üye olayım, işçiler arasında birlik olur, dayanışma olur, e fena mı olur" diye düşünmeni hiç tavsiye etmem. Çünkü sendikalar maaş zammında diretir ve sen yüksek maaş al diye ortalığı birbirine katar. Oldu mu şimdi ama! Şirketin gideri artarsa hisse senedinin değeri düşmez mi, ne yaptın sen! Hemen ayrıl oradan ve senin haklarını koruyacak oluşumlardan uzak dur. Hissenin fiyatını çökertirsen işsiz bile kalabilirsin. Aza kanaat etmeyi öğren.

5- Çalıştığın şirket yandaki şirketi satın alsın diye dua et!
Şirketinin büyük ve güçlü olması senin çıkarınadır. Çünkü güçlü bir şirkette çalışıyorsan, bir gün patronun yandaki küçük ve güçsüz şirketi satın alır ve daha da büyürsünüz. Böylece işçi sayısı artar ve daha az yorularak para kazanırsın. Yok yok, şaka yaptım. Tabi ki böyle olmaz. Patronların ahmak mı? O kadar adamın gereksiz olduğunu anlamayacaklar mı? Hemen bir kısmını işten atacaklar; bu sen de olabilirsin tabi ki. Ama üzülmene hiç gerek yok. Çünkü ertesi gün gazetede şöyle bir haber okuyup mutlu olacaksın: "Zındık şirketi Dandik şirketini satın aldıktan sonra yeniden yapılandırmaya gitti ve on-yüz kişiyi işten çıkardı; hissenin değeri %15 arttı." Yeeehhuuuuu, işsiz kaldın ama %10 para kazandın. Kim kime verir böyle zamanda, di mi ama?

6- Tasarruf edersen gücenirim!
"Az kazanıyorum ama dur şunun birazını zor günler için ayırayım" dersen vallahi hakkımı helal etmem. Sen o şirketin ürettiği malları gerekli gereksiz satın almazsan kim alacak? Hisse senedinin değerinin düşmesini mi istiyorsun, cahil! Hemen eldeki tüm parayı, çocuğun kumbarası dahil hemen al ve markete git. Ne kadar harcarsan şirketin hissesi o kadar artar. Sen de o kadar para kazanırsın yatırımından. Haydi durma!

Asgari ücretli kardeşim, görüyorsun ya her şey senin elinde. Aman gözünü seveyim dikkat et, bir hata yapayım deme. Sistem sana emanet. Eğer hisse senedi almayı düşünüyorsan, senin için hazırlanan bu analizi okumayı da unutma lütfen. Bu yazılanlar deli saçmalığı derlerse, serinin beşinci cildi "25.yüzyılda kapital" dersin.

28 Nisan 2015 Salı

Sosyal medyanın en yenilikçi 10 ekonomi yorumcusu!

20.yüzyılın en etkili bestecilerinin başında hiç şüphesiz Igor Stravinsky gelir. Oysa 1913 yılında galası yapılan Bahar Ayini (La sacre du printemps) belki de sanat tarihinin en büyük skandalını yaratmıştı. Kötü müzik nedeniyle sanatçıların tartaklandığı sanat tarihindeki tek gösteri budur herhalde. Kavgayı gelen polisler bile durduramamıştı. Müzik berbattır ve hiçbir şeye benzememektedir. Eserin müziği, dinleyenler, duyanlar, sanat yorumcuları, basın, entellektüeller ve hatta tüm Fransa tarafından büyük bir nefretle karşılanır. Müziğin ahenksizliği onu gürültüye çevirmiştir. Bir tek kişi bile müziğin iyi olduğunu söyleyememiştir. İşte, o gün, herkesin uzlaşısıyla "berbat bir müzik eseri" denilen o eser, herkesin uzlaşısıyla "berbat bir besteci" denilen Stravinsky, müzik tarihinin en büyük dönüm noktasını yaratmışlardır.

Aslında Stravinsky'nin eserinde olmayan tek şey armoniydi. Bilinen müzik armoniye ya da daha basit söylersek dinleyene aşina gelen ahenkli melodiye dayanıyordu. Birkaç kez tekrar eden o melodi insana mutluluk veriyordu. İşte, Stravinsky'nin değiştirdiği şey buydu. Ona göre müzik, işitmesini öğrendiğimiz bir ses parçasından başka bir şey değildi. Oysa doğa gürültü demekti. Eğer işitmesini öğrenirsek tüm uyumlu sesler armonik gelebilirdi. Bahar Ayini'nin yaptığı şey de tam olarak buydu: İnsanın zihninde yarattığı kalıplara karşı çıkmak.

Bugün ekonomi yorumculuğumuz da bu yönde ilerler gibidir. Birkaç ekonomist ve yorumcu tüm medyayı adeta parsellemiş gibi aynı şeyleri söyleyip duruyorlar. Ahenkli akorlarıyla ekonomi yorumculuğunu kulağa hoş gelen bir melodiye dönüştürmüş gibiler. Sürekli bu yorumları dinleyenler ise zihinlerinde ister istemez belli yorum kalıpları yaratmışlar ve artık onlar da bu kalıpların dışındaki yorumlarla ilgilenmemeye başlamışlar. Acı olansa, ana akım medyadaki yorumcuların yaratığı bu döküntü anlayışı zihninden temizlemeye kimsenin yanaşır gibi görünmemesidir.

Ekonominin özü belirsizliktir. Ekonomi yorumculuğu da hayatın bu saklı düzenini anlatan bir metafordan başka bir şey değildir. O nedenle kesin kuralları ve yerleşik kalıplarının olması mantıklı değildir. Belirsizlikten doğan bir disiplini anlamak için kalıpları yıkmak gerekir.

Eğer konu ekonomi ise herkes yorumcu değildir, yok eğer herkes ekonomi yorumu yapıyorsa öyleyse ekonomi değildir anlayışı yerleşik bir düşünce şekli olsa da bu tekerleğe çomak sokan Stravinsky'lerin sayısı da giderek artmaktadır. Yerleşik ekonomi yorumculuğu kalıplarını yıkan bu kişiler sosyal medyadan yorumları ile yerleşik ekonomi yorumculuğuna meydan okuyorlar. Eğer siz de yerleşik ekonomi yorumculuğundan sıkıldıysanız, tıpkı Stravinsky'nin yerleşik müzik anlayışından sıkıldığı gibi, bu yorumcuları izleyerek ekonomiyi daha iyi anlayabilirsiniz.

Ekonomi yorumculuğunun Stravinsky'lerini bulmak için Twitter üzerinde bir araştırma yaptık. 50'ye yakın aktif yorumcunun analizlerini inceledik. Klasik ekonomi yorumculuğunun kalıplarını kırarak başarılı bir tarz yaratan 10 ekonomi yorumcusunu belirledik. İşte, merak edenler için ekonomi yorumculuğumuzun Stravinsky'leri.

Sosyal medyanın en yenilikçi 10 ekonomi yorumcusu:

1- Borsa Kahini (@borsahahini)
Dünya ve Türkiye piyasalarının genel görünümünü tüm karmaşıklığından arındırarak yüksek bir çözünürlükle yorumluyor. Rakamlar, göstergeler ve haberlerden daha çok kişi ve toplum davranışlarına yoğunlaşarak kalabalıkların hareket yönünü öngörmeye odaklanıyor. Sürü psikolojisinin finansın atardamarı olduğu herkesçe kabul edilse de bu konuya yoğunlaşan yorumcu bulmak neredeyse imkansız. Kısaca davranışsal finansın realiteyle buluştuğu yer.

2- Erol Kutlu (@kutero1)
Ekonomi yorumculuğunun ayrılmaz parçası haline gelen grafik anlayışını, Apple'ın cep telefonu anlayışını kökten değiştirmesi gibi değiştiren bir yorumcu. Sunduğu grafiklerin anlaşılabilirliği, kullanım kolaylığı ve düşünce yaratma derecesi son derece yüksek. Teknik analize güvenmeyenleri bile silkindirebilecek bir yorumcu.

3- Emrah Korhan (@fxpapillon)
Bilinen analiz sistemlerini tek bir potada eriterek bugünü anlamaya yoğunlaşan bir yorumcu. Rakamlar, istatistikler ve olayların aslında neyi anlatmak istediğini önyargılar altında ezilmeden sunuyor. İnanılan gerçekler ile görmezden gelinen gerçekler arasındaki ince çizgiyi görebilen ender yorumculardan. Düzen ve kural saplantısının serabına yenik düşmeyen bir yorumcu.

4- Deniz Kahraman (@DenizKahramn)
Ekonomi ve ilişkili yan alanlarını (demografi, eğitim, politika vs.) izliyor, adı bile duyulmamış piyasaları gözlemliyor, küresel köydeki tüm gelişmeleri takip ediyor ve bunların ekonomiye etkisini basit bir dille sunabiliyor. Politikanın ekonomiye ilişkisini dış ilişkiler uzmanı gibi, sosyal gelişmelerin etkisini ise bir sosyolog gibi başarıyla yapıyor. Bu kadar çok veriyi incelerek yorum yapmayı Bloomberg'in bile başarması çok zor.

5- Tuncer Şengöz (@TuncerSengoz)
Belirsizliğin hakim olduğu ekonomi dünyasına bilimin, matematiğin ve sosyal disiplinlerin analitik prensipleri ile yaklaşan ülkemizdeki çok az sesten biri. Kesin doğruluk ve belirsizlik arasındaki patikanın "aşırı kendine güven" taşlarıyla dolu olduğunu gözden kaçırmadan benzersiz yorumlar yapan etkili bir yorumcu.

6- Eren Kuru (@HedgeForMoney)
Finansal verileri Macgyver gibi kullanarak vizyon verici çıkarımlar sunuyor. Yan yana getirilmesi zor verileri bile ilişkilendirerek finansın sınırlarını zorluyor. Yenilikçi ve tutarlı. Finansın kaosunda kaybolmadan belirsizliği tarafsızlıkla yansıtan bir ekonomi yorumcusu.

7- HAKANPAŞA (@_HAKANPASA_)
Yatırımın amacının para kazanmak olduğu prensibinden şaşmadan ekonomik göstergeleri ve olayları bu amaca hizmet edecek şekilde yorumlayan son derece gerçekçi bir yorumcu. Finansın global katedralinin sınırlarında değil, kendi küçük evinin etrafında dolaşan gerçekçi yatırımcılara odaklanan bir yorumcu. Yatırım kararlarında bir kuruş kaybı bile kabul etmeyen bir anlayışla yarattığı kendi yatırım sisteminin eksik yönlerini sürekli düzelterek yürüyen eşsiz bir analist.

8- Halil Buhur (@Halil_Buhur)
Buffettvari yatırım anlayışının ülkemizdeki en tutarlı temsilcilerinden. Değer yaratma anlayışı ile kurguladığı yatırım modeli küçük yatırımcıları da hedef alan etkili bir anlayışa sahip. Kendi hisse senedi listesinin yıllardır diğer listelerden daha iyi performans gösterdiğini hesaplayarak ölçülebilir portföy anlayışını getiren yenilikçi bir yorumcu. Uzun vadeli yatırım anlayışının en etkili yorumcusu.

9- Emin Tay (@EminTayy)
Herhangi bir finansal verinin bir finansal kararı nasıl etkilediğini yüksek bir kavrayışla sunuyor. Adeta finansal bir detektif gibi kimsenin yanaşamayacağı verileri analiz edip yorumluyor. Finansın dehlizlerinde korkmadan ilerleyen bir yorumcu.

10- umutsarı (@ketex34)
Hisse senetlerinin "CSI" tarzı analizini ondan daha açıklayıcı yapanı yok. Hisse senedine bir finansal enstrüman gibi değil kriminal bir vaka gibi yaklaşan ve "delil"lere odaklanan bir yorumcu. Büyük fonları yönetenlerin bile gizliden gizliye onun analizlerini okumadan karar vereceklerini hiç sanmıyoruz.

Eğer siz de ekonomi yorumculuğunun yerleşik kalıplarından sıkıldıysanız, ekonomi yorumculuğunun yeni Stravinsky'lerini okumanızı öneririz. Yok eğer bildiği şeyler dışında hiçbir şeyi dinlemeyecek olanlardansanız, Stravinsky'nin şu sözünü hatırlatmak isteriz: "Dinlemek çaba ister; işitmek marifet değil. O kadarını ördekler de yapıyor."

20 Nisan 2015 Pazartesi

Ekonomi yorumlarını nasıl okumalı?

Ekonomi ve finans yorumculuğu son günlerin tartışma konusu. Nasıl olmalıdan tutun da nasıl okumalıyıza, nasıl yorumlanmalıdan tutun da nasıl anlamalıyıza kadar her kafadan bir açıklama. Ekonomi yorumcularından çektiğimizin bir benzerini bu kez de ekonomi yorumlarının nasıl yorumlanması gerektiği konusunda yorum yapan ekonomistlerden çekiyoruz.

Ekonomi basınındaki ekonomi yorumcularının anlattıklarını nasıl yorumlamanız gerektiğini merak ediyorsanız, işte size açıklamalı bir rehber. Ekonomi basınımızda bugün yayınlanan makalelerden alıntıladığımız yorumlarla artık bundan sonra siz de yorumları nasıl yorumlayabileceğinizi anlayabileceksiniz.

1- Entellektüel ahkam kesmeye dikkat edin!
"Amerikan dolarındaki güçlü değerlenmenin, oynak bir düzeltme sürecine girmesi ile birlikte bir süredir kısmi bir rahatlama yaşanıyor."

Değerleme, düzeltme, rahatlama gibi kavramların oynak, güçlü, kısmi gibi kavramlarla yanyana ve aynı cümle içinde kullanılması gerçeğin bilerek çarpıtılması, bir nevi mistifikasyona uğratılmasından başka bir şey değildir. Birbirinden bu kadar uzak anlama sahip olan kavramların yanyana kullanılması kavramların kötüye kullanılması ile eş anlamlıdır. Bu dil kasten yaratılan bir dildir ve anlamsal olarak karmaşıktır. Sanki buzdağının görünen yüzü tanımlanmaya çalışılıyor ama yapılan şey entellektüel ahkam kesmeden başka bir şey değildir.

2- Tamamen izafiyet, tamamen görelilik!
"Bu hafta yapılacak Para Politikası Kurulu’ndan (PPK) herhangi bir faiz değişimi beklenmiyor... Yabancı raporlarda seçim sonrasında 200 baz puanlık faiz artışının geleceğinden söz ediliyor."

Ekonomik bir sınamayla bağlantısını koparmış kuramsal söylemler kullanılarak, ekonomi bilimi bir "anlatı", bir "söylence" veya bir "hikaye" haline dönüştürülüyor. PPK'dan faiz artışını bekleyenin kim olduğu, ne işle uğraştığı, beklentisini nasıl oluşturduğu gibi nedensellik içinde sorabileceğiniz tüm sorular havada kalıyor. 200 puanlık faiz artışının geleceğinden söz edenlerin kim olduğu ve geleceği hangi yöntemle gördükleri konusu hiç gündeme getirilmiyor. Yazarın bilişsel becerilerinin tüm bunları anlayacak kadar gelişmiş olduğundan başka elimizde hiçbir veri yok. Tamamen izafiyet, tamamen görelilik.

3- Çıplak kralın artan elbise gideri!
"Ancak unutulmaması gereken bir husus var ki o da piyasaya Yellen’in “sabır” kelimesini kaldırarak takvim ortaya koymadan sadece verilere odaklanacağımız mesaj aslında faiz artırımının habercisi olup hem risk iştahının arttığı aynı zamanda volitalitenin çok değişkenlik göstereceği bir döneme girdiğimizin habercisidir."

İlk bakışta son derece bilimsel bir terminoloji kullanıldığı hissi yaratsa da anlatılmak istenenin ne olduğu düşünüldüğünde, kelimelerin gerçekte ne anlama geldiğinin düşünülmeden yazılan bir metin olduğu kolayca anlaşılacaktır. Yazarın entellektüel standartlarını göstermekten başka işe yaramayacak bir yorum. Muhtemelen ekonomi dışı alanlardan gelen okuyucuları etkilemek hedeflenmiş. Bu yorum için ekonomiste para ödeniyorsa patrona küçük bir hatırlatmamız olacak: Ödediğiniz para çıplak bir kralın giysilerine harcanıyor, bilginiz olsun.

4- Kim uzman, kim değil?
"Beklentiler, işsizlik verisinde eşik değişikliği ve piyasa yapıcı konuşmasıydı. Ancak FED bunu yapmadı."

Ortalama bir vatandaşın anlayamayacağı bir yorum manipüle edilerek sunuluyor. Okur üzerinde etkili bir baş dönmesi amaçlanıyor muhtemelen. Bilimsel ehliyetinin çok ödesinde bir kendine güvenle konuşan bir yorumcu. Piyasa yapıcılığı gibi sınırlı bir özel anlama sahip kavramı saçma sapan bir cümle içinde kullanarak ekonomi ehliyetinin hangi sınıf olduğunu fazlasıyla gösteriyor. Ekonomi adına yorum yapan birinin konuyu popüler düzeyde anlayabildiği tek cümleyle bile fazlasıyla açıkken, engin düşünce sahibiymiş gibi davranması gerçekten komik. Kim uzman, kim değil?

5- Ortalamaya yorum!
"Doların hızlı artığı günlerde borsada aşağı yönlü hareketler varken, doların geri çekildiği sıralarda da yukarı yönlü çabaları gördük."

"Yüksek" ile "çok yüksek" arasındaki farkı milimetrik ölçebilen üst düzey bir bulanık mantık anlayışına sahip bir yorumcu çıkıyor karşımıza bu kez. Mandelbrot görse ağzı açık kalırdı herhalde. Dolar, savaş kaybeden Pers ordusu edasıyla geri çekilirken yazar yukarı yönlü bir çaba görüyor. Bu kavramlarla hangi düşüncenin desteklendiği ve ne tür bir kanıt sunulduğu pek anlaşılamıyor. Ortada kusurlu bir çıkarımdan başka bir şey yok gibi görünüyor. "Ortalama eleştiri yeteneğine" hitap eden bir cehalet çağrısından başka bir şey değil.

Sözü fazla uzatmaya hiç gerek yok. Kısaca yeniden söyleyelim. Bir yorumun entellektüel değerini onun içeriği belirler, konuşanın kimliği, retorik becerisi ya da diplomaları değil.

19 Nisan 2015 Pazar

İktisat şarap gibidir, ayyaş yapabilir!

Piyasaların ve ekonominin karmaşık yönlerini halka anlatabilecek ekonomistlere ülkemizde ender rastlanıyor. Dilbilimsel kurallar ve dilsel performans ekonomi yorumculuğunun vazgeçilmezi olduğu için kurgusal bir yorumlama anlayışı hakim durumda. Bu karmaşık dili anlamakta güçlük çeken vatandaş ise bilgiye değil, bu bilgi karşısında diğerlerinin vereceğine inandığı tepkiye tepki vermeyi finansal karar olarak değerlendiriyor.

Bu karmaşık ortamı yaratan hiç şüphesiz başta ekonomi basını, ardından şöhretli ekonomistler ve ekranlardan eksik olmayan "sevimli" piyasa yorumcuları. Hepsinin konusunda uzman olduğunu ve ekonomiden iyi anladığını düşünebilirsiniz. Sonuçta ortada piyasa oyununu geçerli bir yorum modeline dönüştürmüş bireyüstü bir uzlaşı var. Bu başarıyı hak edenlerin kutsanması gerekmez mi?

Bugün dünyada ekonomistler kadar kolay ve bol para kazanan bir meslek varsa o da şarap tadıcılığı yapan degüstatörlerdir. Mesleğin özü koklama, tatma ve görme duyuları ile duyusal analiz yapmaya dayanır. Şarap tadıcılarının yorumları genellikle şöyledir: "Bana göre bir Syrah’ın olması gerektiği gibi, parfümlüymüşcesine son derece meyvemsi aromaları olan, orta gövdeli, tanenleri belirgin, yuvarlak ve içimi keyifli bir şarap." Bugünkü ekonomi yorumculuğunu düşündüğünüzde yapılan yorum neredeyse aynı tarzda. Mesela şu ekonomik yorumda olduğu gibi: "Eğer bu seviye herhangi bir sebeple hızlı bir şekilde aşılacak olur ise ortada kriz olmasa da kriz algısı güçlenecek ve dolar/TL’de 2.70 tahminleri havalarda uçuşabilecek." Dikkat ettiyseniz ekonomistimiz kokluyor, tadıyor, görüyor; sanırsın ekonomist değil degüstatör.

Şarap tadıcılarının da tıpkı ekonomi yorumcuları gibi kolay para kazandıklarını söylediğimiz için her iki meslek grubunda da eleştirenler olacaktır mutlaka. O mesleği yapmak için ne kadar bilgiye ihtiyaç var, biliyor musun sen gibi yukarıdan bakan soruları soranlar da çıkacaktır. Ama bir şeyi gözden kaçırıyorlar: Önemli olan ne kadar çok bilgiye sahip olduğun değil, o bilgiyi işleyerek nasıl bir sonuca ulaştığındır.

Bordeaux Üniversitesi Psikoloji Bölümü bilim insanlarından Dr.Frederic Brochet de bizim gibi düşünecek olsa gerek ki, şarap tadıcılarının mesleklerinde ne kadar bilgi sahibi insanlar olduğunu ortaya koymak için bir deney tasarlar. Brochet deneyde ülkenin en ünlü 57 şarap uzmanına bir kadeh kırmızı ve bir kadeh beyaz şarap sunup, tatlarının neye benzediğini sorar. Fakat şaraplarda bir tuhaflık vardır. Her iki şarap da aslında aynı beyaz şarap olup sadece birinin rengi boya maddesiyle kırmızıya dönüştürülmüştür. Uzmanlarımız gayet kendilerinden emin şekilde, şarabın ezilmiş kırmızı meyvesinin harika olduğunu ve nefis bir kırmızı şarap olduğunu söylemişlerdir. 57 uzmandan bir teki bile şarabın aslında beyaz şarap olduğunu söyleyememiştir.

Bu durum Dr.Brochet'in aklına şeytanca bir soru getirmiştir: Acaba bu uzmanlar şaraptan anlamıyorlar mı? Bu sorunun yanıtını öğrenmek için bir deney daha tasarlar. Bu kez uzmanlara tatmaları için iki şişe şarap verir. Şaraplardan biri son derece kaliteli bir marka, diğeri ise ucuz bir markadır. Ama şeytanlık her iki şişeye de aynı ucuz şarabın konmasındadır. Uzmanlarımız ucuz şarap şişesindeki şaraba tahmin edileceği gibi kötü puan verirler. Ama şaşırtıcı olan kaliteli görünüşlü şaraba yaptıkları yorumlardır. Uzmanlar şarabı, "hoş, yıllanmış, dengeli, karmaşık ve tatlı" gibi sözcüklerle tanımlarlar ve yüksek puan verirler. 57 uzman içinden sadece 12'si şarabın ucuz şarap olduğunu anlayabilmiştir. Yani uzmanların %80'si ucuz şarabı bile tanıyamamıştır. Tıpkı %100'ünün beyaz şarabı kırmızıdan ayırt edememesi gibi.

Dr.Brochet yaptığı deneyle, belki insanlık tarihi için önemli bir adım atmadı ama kepazelik tarihi için önemli bir dönüm noktası yarattı; şarap tadıcılarının aslında bir uzman değil, iyi birer demogog olduğunu.

Aslında bugün ekonomi yorumculuğu da bize Dr.Brochet'in ulaştığı sonuçları düşündürmektedir. Her derde deva ilaç ve boş reçeteler sunan demogogların ve retorik uzmanlarının mesleği haline gelen bir ekonomi yorumculuğumuz var. Bilginin ve anlamlandırmanın yerini zeka ve dilin aldığı evrensel uzlaşılı bir yorumlama şekli. Rastlantısallığın hakim olduğu her duruma hızlı cevaplar yetiştirebilen boşboğazların iyi yorumcu kabul edildiği bir sistem.

Unutulmaması gerekir ki, bugünkü bilgi çağında önemli olan ne kadar çok bilgiye sahip olduğun değil, o bilgiyi işleyerek nasıl bir sonuca ulaştığındır. Yoksa bilgi de şaraba benzer. Çok fazla alırsan kafayı "kıyak" yapar. Bağını (finansal kuruluşları), üzümünü (enstrümanı), taşını (Merkez Bankasını), toprağını (piyasayı) ya da fıçısının ağacını (şirketin PD/DD'sini) bilmen, şaraptan (ekonomiden) anlıyor olduğun anlamına gelmez. Zaten anlasan bu kadar çok (boş) konuşmazdın.

Aman dikkat et, iktisat şarap gibidir, ayyaş yapabilir!

18 Nisan 2015 Cumartesi

Başarılı Türk finansçıların ağızlarından düşürmediği 7 deyiş!

İş dünyası son yıllarda kendine özgü bir edebiyat yaratmış görünüyor. Artık iş hayatıyla ilgili makale ve kitapların büyük çoğunluğu bu konuda. Etkili insanların alışkanlıkları, başarılı insanların en çok kullandığı sözcükler, başarısız satıcıların kullandığı deyişler gibi makale ve kitap isimleri ister istemez herkesin dikkatini çekiyor. Fakat okuduğunuz zaman bizim kültürümüzle pek ilgisi olmayan kavramlarla karşılaşıyorsunuz. İş hayatımızın kendi edebiyatını henüz yaratamamış olduğu açık.

İş hayatımızın ve özellikle de finans dünyamızın çalışma şekline baktığınız zaman hala geleneksel "esnaf edebiyatı"nın etkisi altında olduğunu görüyoruz. Prestijli okullardan mezun olan finans sektörü çalışanlarının, sahip oldukları evrensel edebiyatı pek kullanamadıkları ortada. Aralarında büyük bir kültür farklılığı olan müşterilerinden para kazanmak için evrensel usullerin işe yaramayacağını kısa sürede anlayıp eski usullere dönmek zorunda kalıyorlar muhtemelen. Eeee, neden olsa önemli olan patrona para kazandırmak; yoksa işini kaybedersin.

Eğer siz de bir finans sektörü çalışanıysanız ve başarılı olmak istiyorsanız, aşağıdaki deyişleri dilinizden eksik etmemeniz faydalı olacaktır.

Başarılı Türk finansçıların ağızlarından düşürmediği 7 deyiş:

1- Gel bi çayımı kahvemi iç!
Karşılaştığınız herkes potansiyel müşteridir. Onlara da bir şeyler satabilirsiniz. Ne de olsa bu devirde müşteri bulmak zor. Fakat önce çalıştığınız ofise davet etmeniz gerekir. "Getirin paranızı ben yöneteyim" ya da "Gelin size kredi vereyim" derseniz yeteri kadar güven telkin edemezsiniz. Öyle bir şey söylemelisiniz ki, aslında meselenin ticaret değil dostluk olduğu anlaşılsın. "Gel bi çayımı kahvemi iç" tam da bu işe yarar. Amerika'da karşılığı yoktur, Harvard'da da anlatan olmaz. Ama Türkiye'de bundan daha etkili müşteri bulma yöntemi yoktur. Müşteri gelince çayı iç, kalk git olmuyor elbette. Politika, spor, belediye işleri derken bir bakmışsınız mevzu finans olmuş. İşte, ondan sonrası senin işin artık, çak gitsin!

2- İki çay çek!
Müşteriniz ofisinize geldiğinde onlara göstermeniz gereken ilk şey sizin ne kadar güçlü bir kişiliğe sahip olduğunuzdur. Bunu yapmanın en iyi yolu da çay getiren görevliyi arayıp iki çay siparişi vermenizdir. Çay siparişi vermenin püf noktası, telefonda Pizza siparişi verir gibi ricacı bir değil, emirli bir dil kullanılmasında yatar. "İki çay çek" deyişi muhtemelen yüz yıllardır kullanılan yerleşik kavram olmakla birlikte, "İki çay, Acil iki çay, Çok acil iki çay, İki çay biri açık" gibi deyişler de makbuldür. Her gün en az 30-40 çay içmeden eve giderseniz, başarılı bir finansçı sayılmazsınız, unutmayın!

3- Şimdi şöyle!
Müşterinize bir sigorta poliçesi, bir konut kredisi satmak istiyorsunuz ya da parasını yönetmeyi planlıyorsunuz. Her şeyi anlattınız ama kafasına bir şey takıldı: "Hayır benim anlamadığım şu" deyip size diğer şirketin daha cazip bir teklif sunduğunu ve bunun neden kaynaklandığını sordu. Bir yandan içinizden müşteriye küfür ederken diğer yandan acaba nasıl cevap vereyim diye düşünmeye başlarsınız. Size önerimiz cevabınıza, "Abla(Abi) şimdi şöyle" diyerek başlamanız. "Abla" diyerek olaya biraz samimiyet katmanız bu noktada iyi gelir çünkü "şimdi şöyle" kalıbı "zırvalamaya başlıycam zaman kazanıyorum" demektir ve bunu müşteriniz de anlayışla karşılar. Böylece sorusunun yanıtının olmadığını, göz göre göre kazıklandığını ama satıcının samimiyeti ve açık sözlülüğü nedeniyle bir miktar kazıklanmasının her ikisi açısından da iyi olacağını hemen anlar. Evrensel iş edebiyatında "Açık sözlülük önemlidir" diyenlerin anlatmak istedikleri de budur zaten. "Bizden alırsanız kazıklanırsınız" demek açık sözlülük kabul edilmez, önemli olan her iki tarafın da çıkarları için zaman içinde dürüst olamayacaklarını oyunun kuralı olarak baştan ortaya koymaktır. Valla birader, senden korkulur!

4- Olsa dükkan senin!
Az önceki müşterinin, "Şimdi şöyle" şeklindeki hafiften kazıklama önerinizi kabul etmeyip bir aşama daha öteye geçtiğini düşünelim. Israrla, "Ama diğer şirketin faiz oranı daha cazip" deyip duruyor. İşte, bu durumda uygulamanız gereken strateji, "Olsa dükkan senin" deyişinde yatar. Talep edilenin o an ulaşılabilir konumda olmadığını, karşı tarafı inandırmakta güçlük çekildiğini ama söylenilenin "sapına" kadar doğru olduğunu samimiyetle ifade eder. Amerikalılar "I would if I could" deseler de orijinali "Olsa dükkan senin" deyişidir. Finans sektörümüzde amirleri tarafından başarılı sayılan bir çalışanın bir gün içinde bu kavramı ortalama 20 kere kullandığı bilinir. (Buradaki 20 rakamı gün içinde görüşülen müşteri sayısı olup müşteri sayısının artması paralelinde artış gösterir.) Yani her müşteriye en az bir kere...

5- En son bu olur!
"Olsa dükkan senin" şeklindeki samimi açıklamanız da yeterli olmamış ki, müşteriniz pazarlığa devam edip sizi sıkıştırıyor. Paniğe kapılmanıza gerek yok. "Bakalım ne yapabiliriz" diye hafifçe mırıldanın ve masanızın sağ ucunda bulunan hesap makinesine doğru uzanın. Rastgele birkaç rakama bastıktan sonra sıfırlama tuşuna basın. Muhtemelen sizin hesap makineniz de sıfırlama tuşu 3-5 kez basıldıktan sonra çalışan son nesil hesap makinelerindendir. AC tuşuna yeteri kadar basıp sıfırlamayı tamamladıktan sonra, hesap makinesine son teklifinizi yazın ve "En son bu olur" diyerek makineyi müşteriye çevirin. Müşterinizin yüzünde, "İyi indirim aldım" duygusunun oluştuğunu kontrol etmenizde fayda var. Onu yakaladıysanız tamamdır, şimdi "kazı" çok yakmadan çevirme aşamasına geçebilirsiniz.

6- Maksat ayağınız alışsın!
Muhtemelen verdiğiniz bu fiyata siz de üzülmüşsünüzdür. Çünkü umduğunuz geliri elde edemeyeceksiniz. Bu size, "Akşam pazarı" yaratarak boşa çalıştığınız hissi verecek ve rahatsız edecektir. Öyleyse yapmanız gereken müşterinize, "Maksat ayağınız alışsın" demektir. Müşteri sizin, "Bu kadar indirim yaptık, para kazanamadık, bari sürekli gelin de biraz para kazanalım" düşüncesinde olduğunuzu anlayacak ve bundan sonraki hareketlerini ona göre düzenleyecektir. Harvard'da Lifetime Value (Yaşamboyu değeri) diye anlattıkları müşteri sadakati denilen şeyin birebir aynısıdır. Rahatlıkla kullanabilirsiniz, hiçbir yan etkisi yoktur.

7- Kalanını sonra verirsin!
Sattığınız her finansal üründe, "Sen yabancı değilsin, maksat para kazanmak değil, dost kazanmak" düşüncesini müşterinize vermeniz gerekir; aslında düşündüğünüz tam tersi olsa da. İş hayatındaki güven ilişkisinin güvensizlik üzerine inşa edildiğini mutlaka biliyorsunuzdur. "Ben para kazanmışım, kazanmamışım önemli değil; maksat senin işin görülsün" gibi sahte bir anlayışı yerleştirebilirseniz, müşteri sadakatini de arttırırsınız. İstediğinizi aldıktan sonra da, "Kalanını sonra verirsin" demenizde fayda var. İçinizden, "Bu adam fakirin teki, bundan bir şey olmaz" demek geçiyordur mutlaka ama ne yapacaksın, ekmek teknesi.

Eğer siz de başarılı bir finansçı olmak istiyorsanız bu deyişleri ağzınızdan eksik etmeyin; yoksa evinizi geçindirmeniz için gereken "canlı"yı rüyanızda görürsünüz.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Veba, Çiçek, Sıtma ve Enflasyon!

Memleketin ekonomik göstergelerini ortalama ekonomi bilgisi seviyesinde takip ettiğini düşünen birçok kişiye göre enflasyon canavarını yendik. 2014 yılını %8'ler civarında bir oranla kapatarak tarihimizin en önemli iktisadi zaferlerinden birini elde ettik. 1980 ve 1994'deki üç rakamlı enflasyonları hatırlayanlar için %8 elbette ki çok düşük bir rakam. Hatta enflasyon oranı demeye bile bin şahit ister. Peki ama kıyaslamayı sadece tarihi verilerle yaparsak hataya düşmüş olmaz mıyız?

Mesela veba nedeniyle Orta Çağda yüz milyon Avrupalı yok olup gitmişti. Şu anda vebadan ölen insan olmadığına göre, kıyaslama ile veba canavarını yendik dememiz mantıklı olur mu sizce? Sıtma Yeni Çağda Kızılderili nüfusunu kırdı geçirdi. Şu an sıtma korkulan bir hastalık olmadığına göre, sıtma canavarını yendik dememiz rasyonel bir çıkarım olur mu? Çiçek hastalığı Yakın Çağda birçok devlet başkanıyla birlikte 60 milyon Avrupalının ölümüne sebep oldu. Şu an çiçek kontrol altında tutulan bir hastalık olduğuna göre, çiçek illetini yendik demek makul bir övünme sayılabilir mi? Enflasyonu düşürdük diyerek neden övünüyoruz öyleyse?

Bir değişkenin seviyesi ile o değişkenin değişim oranı arasındaki farkı bile anlayamayacak düzeyde bir ekonomi bilgisiyle enflasyon oranını yorumlamak ve anlamak zor oluyor elbette ama biz yine de kısaca vurgulayalım. 2000 yılından sonra, tüm dünyada hakim olan kolay ve ucuz para politikaları enflasyon denilen ekonomik göstergenin rakamsal seviyesini azalttı. Yani önceki yıllarla kıyaslandığında tüm dünya ülkeleri enflasyon oranlarını düşürdüler. Buna bizde dahiliz. Fakat bu, enflasyonu yendik demek değildir.

IMF dünya devletlerinin enflasyon oranlarını (tüketici fiyatları bazında) 2010 yılından bu yana izliyor. 2010 ila 2014 yılı arasındaki enflasyon oranlarını kümülatif olarak da yayınlıyorlar. Kümülatif veriler enflasyon oranı konusunda daha hassas bir gösterge oluşturmuş gibi görünüyor. 4 yıllık toplam veriler, son 4 yıl içinde fiyatların nereden nereye geldiğini gösteriyor. 2014 yılı karşılaştırmalı verilerini kısa bir süre önce yayınladılar. Çarpıcı sonuçlar çıkıyor karşımıza. 150 ülkenin enflasyon oranının kıyaslandığı listede ülkemiz de yer alıyor. 2010 ila 2014 yılları arasında %8'ler civarında seyreden enflasyon oranıyla dünyadaki yerimiz nedir dersiniz?

IMF hesaplamalarına göre, Türkiye, 2014 yılı sonu itibariyle dünyanın en yüksek 26. enflasyon oranına sahip. Yanlış duymadınız, en kötü 26. enflasyon oranı maalesef bizde. Diğer bir deyişle enflasyon oranı sıralamasında 150 ülke içinde 124. sıradayız. Malawi, Uganda, Sierra Leone, Burundi, Timor, Sao Tome, Bhutan, Angola ve Tanzanya gibi büyük ülkelerin(!) hemen ardından geliyoruz. Bangladeş, Zambia, Bostwana, Madagaskar gibi büyük ülkelerin(!) ise enflasyon oranları maalesef bizden daha düşük.

2010 yılında fiyatı 100 TL olan bir mal, 2014 yılı sonuna gelindiğinde (kendi para birimleriyle) Fiji'de 116,27, Namibya'da 124,67, Haiti'de 127,53 olurken ülkemizde 135,66 TL olmuş. Yani son dört yılda tüketici fiyatları ülkemizde %36 artmış görünüyor ve bu enflasyon oranıyla dünyanın en kötü 26. enflasyonunu yaratmış bulunuyoruz.

Tekrar hatırlatalım, dünyanın en yüksek 26. enflasyon oranına sahibiz. Eğer hala enflasyon canavarını yendiğimizi düşünenlerdenseniz, veba, çiçek ve sıtmayı da yendiğimizi hatırlatmak isteriz, bunlara da sevinin!

14 Nisan 2015 Salı

Ekonomimiz çok iyi ama istatistik lobisi berbat!

"Ekonomimiz çok iyi... Eskiden çok kötüydü... O günleri tekrar yaşamayalım... Ekonomik istikrarımız bozulmasın..." gibi bir düşünce tarzı yerleşik bir olguya dönüşmüş görünüyor. Milli gelirin ne olduğunu bile bilmeyen birçok insan ekonominin iyi olduğunu söylüyor. Ne tür bir değerlendirme yaptıklarını bilemiyoruz. Mutlaka düşüncelerini teyit eden verilere sahiptirler. Bizim asıl merak ettiğimiz ekonomimizin ne kadar iyi olduğu. Tamam iyi de, ne kadar iyi? İşte bu sorunun yanıtını bulmak için istatistiklere bakalım dedik.

Dünya Bankasına her ülke tarafından bildirilen istatistikleri baz alarak ekonomimizin ne kadar iyi olduğunu tespit ettik. Değerlendirmeyi sizlere bırakıyoruz. İşte sonuçlar:

1- Dış Borç Miktarı
Borcun yüksek olmasının, hele hele dış borcun yüksek olmasının ne kadar tehlikeli bir durum olduğunu açıklamaya gerek yoktur herhalde. Bir ülkenin en temel zayıflık göstergelerinden biri kabul edilir bu rakam. Dünya Bankasına son bildirim tarihi olan 2013 yılı verileri itibariyle değerlendirildiğinde, ülkemizin dış borcu 388 milyar dolar. Bu rakam bizi dünyanın en borçlu 5. ülkesi yapıyor. Gerçekten tedirgin edici bir durum. Dünyanın en borçlu 5. ülkesiyiz. Umarız herkes rahat uyuyordur.

2- Enflasyon
Çok şükür enflasyon canavarını yendik. Bu tekerlemeye inanmayan yoktur herhalde. %10'un altında olan enflasyon oranımızla gurur duyuyoruz. Peki, dünyada durum ne? 2013 yılı verileri itibariyle %7,6 enflasyon oranıyla dünyanın en kötü 153. enflasyonuna sahip olduğumuzu biliyor muydunuz? Şimdiki oranın bundan yüksek olduğunu düşününce sıralamadaki yerimizi düşünmemek en iyisi. Dünyada enflasyon diye bir şey kalmamış ama biz hala enflasyonu yendik diye seviniyoruz. Ortaçağın veba belasını yendiğimize sevinenler de olacaktır mutlaka, çünkü yaşadığımız çağı tam olarak anlayamamak gibi kronik bir hastalığımız olabilir. Her ne olursa olsun, dünyanın en berbat enflasyon oranına sahip 153. ülke olmak pek de sevinilecek bir şey olmasa gerek.

3- İhracat
Güçlü ülke ihracat yapan ülkedir hiç şüphesiz. İhracatın milli gelir içindeki payı ne kadar yüksek olursa o kadar güçlü olursunuz. İhracatımızın yüksekliği en büyük övünç kaynaklarımızdan biri. Fakat orana baktığımızda durum hiç parlak değil. 2013 rakamlarıyla ihracatımızın milli gelirdeki payı %26. Bu oran bizi dünyanın en kötü 38. ülkesi yapıyor. Görüyorsunuz, büyüyoruz ama ihracatla değil, Çin'den gelen malları satın alarak.

4- Yabancı Yatırım
Bir ülkeye ne kadar çok yabancı yatırım gelirse işsizlik o kadar azalır ve ülke o kadar hızlı kalkınır. İyi "pazarlanan" ülkemize de çok fazla yabancı yatırım çektiğimiz söyleniyor. 2013 rakamlarıyla bu tutar 13 milyar dolar. Bu rakamla en çok yatırım alan dünyadaki 22. ülkeyiz. Yatırım cenneti olduk dediğimiz alanda bile 22. sıradayız. "Gevşeme" turizmiyle ünlü Tayland bile bizden daha çok yatırım çekmiş.

5- Araştırma-Geliştirme Harcamaları
Kabul edilen görüşe göre ne kadar çok araştırma geliştirme harcaması yaparsanız, gelecekte o kadar güçlü olursunuz. Sıklıkla gelecek hayalleri üzerine kurduğumuz bir siyaset anlayışımız da var. Bu kadar çok gelecekten konuşan bir ülkede Argeye önem verilmesi gerekir, öyle değil mi? Ama rakamlar pek öyle söylemiyor. Arge harcamalarımızın milli gelire oranı 2011 yılında %0,86. Sonraki yıllarda Dünya Bankasına veri göndermemişiz. Umarız şu anda daha yüksektir. Ama 2011 rakamlarıyla dünyanın en kötü 45. ülkesiyiz. Geride bıraktığımız ülkeler adı duyulmamış ada kolonileri ile Afrika ülkeleri.

6- Teknik Eleman Sayısı
Araştırma geliştirmeyi teknik eleman yapacak elbette ki. Şu an belki arge yatırımlarımız düşük ama gelecekte iyi olacak, yatırıma başladık, diyebilirsiniz. Öyleyse bakmamız gereken rakam ne kadar teknik eleman çalıştırdığınız. 2011 yılı verileriyle her bir milyon kişiden sadece 173 kişi teknik eleman statüsünde araştırma geliştirme faaliyetlerinde çalışıyor. Bu oranla dünyanın en kötü 18. ülkesiyiz. Bostwana bile bizden ileride.

7- Yüksek Teknoloji İhracatı
Teknoloji çağında olduğumuzdan yüksek teknolojik ürünler ihraç etmek gelecekte de güçlü ekonomiye sahip olmanın en açık kriteri. 2012 yılı verileriyle 2 milyar dolarlık yüksek teknoloji ihracatımız var. Bu rakamla dünyanın en kötü 86. ülkesiyiz. Dünyanın bizden büyük 15 ekonomisi bu alanda ilk 20 içinde yer alırken biz 86. sıradayız. Sizce de bir tuhaflık yok mu?

8- Enerji Üretimi
Enerji olmayınca ekonomi de olmuyor maalesef. O nedenle enerji üretimi önemli. Kullandığı enerjinin %73'ünü dışarıdan ithal eden bir ülkeyiz. 2012 itibariyle, bu oran bizi dünyanın en kötü 9. ülkesi yapıyor. Büyük olduğunu söyleyen bir ekonomi için gerçekten üzüntü verici bir durum.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Ekonomimizin iyi olduğunu düşünüyorsanız, sizi kırmaya hiç niyetimiz yok. Öyleyse ne diyelim, ekonomimiz çok iyi ama istatistik lobisi berbat!

13 Nisan 2015 Pazartesi

Analisti Penguen Belgeselcisine çevirmeyin!

"Bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı" başlıklı yeni düzenleme sonrasında hisse senedinin "h"sini demeye korkar olduk. Kulaktan kulağa oynayarak analiz yapacağız bundan sonra herhalde. Sosyal medyadaki birçok akıllı, girişimci ve krala çıplak demekten çekinmeyen "sivri" analistler artık Buffettvari aforizmalar paylaşarak günlerini geçiriyorlar. Yani bir nevi "Penguen Belgeseli" kıvamındalar. Yazık... Düzenleme değişmediği sürece piyasamız en önemli yeteneğini maalesef kaybedecek: Yatırımcıyı koruma!

Yanlış okumadınız; yatırımcıları korumak adına çıkarılan bu yasa, piyasanın en önemli yeteneği olan gerçeği herkesten önce görme ve yatırımcıya fener olma özelliğinin yok olmasını sağlayacak bir risk içeriyor. Piyasalar herkesten önce görür, anlar ve karar verir. Maalesef bundan sonra göremeyecek, anlayamayacak ve doğru karar veremeyecek bir piyasamız olabilir. Nasıl mı?

Celera şirketinin adını duyanlar olabilir ama büyük çoğunluğun duymadığına eminiz. Onun adını duymamamızı sağlayanlar, sosyal medyada "yalan, yanlış" yorum yapan bir grup analistti. Aslında dünyayı dolandırma projesi mükemmel şekilde tezgahlanmıştı. 26 Haziran 2000 tarihinde Beyaz Saray'daki müthiş gösteriye ABD Başkanı Bush, İngiltere Başbakanı Blair ve Celera'nın yöneticisi Graig Venter katılmıştı. Basın açıklaması "yüz bin yıllık insanlık tarihindeki dönüm noktası" nidalarıyla başlamıştı. Herkes zafer sarhoşuydu. Yarının ekonomisini yönlendirecek hikaye o an pazarlanmaya başlamıştı. İnsanoğlunun genetik şifresinin çözüldüğü tüm dünyaya duyuruluyordu. Artık tüm insanlık rahat bir nefes alabilirdi. Kanserden şizofreniye her hastalığın kökü kurutulacaktı. Belki ölümün bile çaresi bulunabilecekti.

Herkesin mutluluktan havaya uçtuğu dakikalarda bir hisse senedi forumunda birkaç "yalan, yanlış" yorum yapan analist şeytanca bir tartışmaya girmişlerdi: "İnsan bedenindeki yüz bin farklı proteini kodlamak için teknik açıdan 90 milyon DNA baz çiftine ihtiyaç var... Bedenimizde 3 milyardan fazla baz çift var... Bu aşırılığın çoğu lüzumsuz... DNA'nın %95'inden fazlası intronlardan oluşur... Mükerrer ve kodlanamayacak saçmalıklardan oluşan uzun bir bölüm... Öyleyse genle genetik dolgu arasındaki ayrım silikleşir... Biyoloji genin ne olduğunu tanımlayamaz... Bu proje bilimsel değil, çok fazla yoruma ihtiyaç duyuyor..."

Tartışmanın etkileri bir anda piyasaya sıçradı. (En azından konuyu sonradan inceleyen piyasa entellektüelleri -başta Jonah Lehrer ve Jason Zweig için böyle.) Celera hisseleri basın açıklamasının olduğu gün %10, ertesi gün %13 düştü. Sonraki yıllarda da düşüş devam etti. Eğer o "yalan, yanlış" konuşan analistler olmasaydı, Amerika ve birçok ülke insanına Celera hisseleri çok yüksek fiyatlardan satılacaktı. Gerçek anlaşıldığında ise masum insanlar alın teriyle biriktirdikleri paralarını kaybedeceklerdi.

Nerede biz de böyle analistler diyorsanız, yanılıyorsunuz. Piyasaları anlamamış olduğunuzu gösterir. "Yalan, yanlış" konuşan analistler ülkemizde de mevcuttur. Piyasaların bu yüzünü de takip edenler mutlaka onları tanıyacaklardır. Biz sadece bir örnek vermekle yetineceğiz. Çimsa Çimento, 15 Temmuz 2014 tarihinde KAP'a bir açıklama göndererek Sançim Bilecik Çimento şirketini satın alacağını bildirdi. Bu önemli satın alımın şirketin mali verilerini oldukça güçlendireceği açıktı. Açıklama yapıldığı an Çimsa hisseleri 13,14 TL seviyelerindeydi. Beklenti şirketin hisselerinin %2-5 arasında yükseleceği yönündeydi.

Ama biraz ötede, bir sosyal medya forumunda, "yalan, yanlış" konuşan bir analist grubu hararetli bir tartışmaya başlamıştı: "Oyun oynanıyor... Havagazı... Yatırımcının farketmediğini, bazı şeyleri görmediğini zannediyorlar..."

Tartışmanın alevi kısa sürede piyasaya sıçramıştı. (En azından biz öyle olduğunu tahmin ediyoruz.) Şirket hisseleri günü değer kaybıyla 13,04 TL seviyelerinden kapatmıştı. Ertesi gün de aynı seyrini korumuştu. "Yalan, yanlış" konuşan analistler tam olarak neyi görmüşlerdi, açıkça söylemiyorlardı ama söylediklerini teyit eden açıklama 6 ay sonra KAP'a bildirilmişti: Şirket satın alımdan vazgeçmişti. Yani yatırımcı bir kere daha gereksiz balondan korunmuştu.

Kısaca yeniden özetleyelim. Piyasaların görme, anlama ve karar verme yetenekleri çok seslilik muhafaza edildiği sürece mümkün olabilir. Düşünceyi suçtan ayırt edemeyip her fikre suç etiketi yapıştırırsak, koruyalım dediğimiz yatırımcıyı daha büyük ateşe atarız. Üstelik piyasasının en büyük yeteneğini de köreltiriz. Yapmayın, yazıktır. Analisti de Penguen Belgeselcisine çevirmeyin!

12 Nisan 2015 Pazar

Yalan yanlış yorum yapmayan analist aranıyor!

"Bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı" başlıklı yeni düzenleme;

“sermaye piyasası araçlarının fiyatlarını, değerlerini veya yatırımcıların kararlarını etkilemek amacıyla yalan, yanlış veya yanıltıcı bilgi veren, söylenti çıkaran, haber veren, yorum yapan veya rapor hazırlayan ya da bunları yayan...”

kişilerin cezalandırılacağını söylüyor. Yukarıda yazılanların ne anlama geldiği pek açık değil. Ama anladığımız kadarıyla diyor ki; yorumlarınızı yalanlar değil gerçekler üzerine kurun. Mesela Soros gibi yapın.

Soros, Alman markına karşı pozisyon almış ve gazetelere bir mektup göndermişti. New York Times mektubu, "Soros konuştuğunda dünya piyasaları dinler" başlığıyla yayınlamıştı. The Times ise, "Markın değer kaybetmesini bekliyorum" başlığıyla duyurmuştu. Bu haberler üzerine tüm dünya elde avuçta ne varsa satıp marka karşı pozisyon almıştı. Sonrasında yatırımcılar hayatlarının volesini vurmuştu. Ne kadar güzel değil mi; ne yalan haber var, ne yanlış bilgi var, ne de yanıltıcı beyan var. Her şey kitabına uygun. Ama defteri dürülen milyonlarca vatandaş varmış, kimin umurunda. İşte, yeni düzenlemenin bizde de yapacağı etki budur. Tüm yaratıcılıkları ile piyasa boşluklarını deşifre eden kişilerin önü kapatılarak yeni bir seçkin uzlaşısıyla piyasa hiyerarşisini tepeye doğru güçlendirmek.

Düzenlemelerde yer alan "yatırımcıların kararlarını etkilemek" gibi soyut bir ifadenin nasıl otopsi edileceğini gerçekten merak ediyoruz. İlgili kurumlarımız daha tecavüz, yanma ve göçük altında ölme gibi somut olayları bile çözemezken etkilenen kararın nasıl deşifre edileceğini hep beraber göreceğiz. O nedenle etkilenen karardan kastın ne olduğunu bilmiyoruz ama yatırımcıdan kastın ne olduğunu çok iyi biliyoruz.

Eğer yorumlarınıza devam etmeyi düşünüyorsanız, bence pek bir şey kaybetmeyeceksiniz. Çünkü kararını etkileyeceğiniz bir yatırımcı bulmanız oldukça güç. Neden mi?

Yatırımcı kısaca parası olan kişiye diyoruz. Çünkü para olmadan yatırım yapılmıyor maalesef. Peki kimde para var diye baktığımızda çok ilginç rakamlar çıkıyor karşımıza. BDDK geçtiğimiz aylarda bankalarda parası olan kişilerle ilgili bazı istatistikler yayınladı. İşte, bu istatistiklerin köşe başları:

Bankalarımızdaki toplam TL mevduat yaklaşık 650 milyar lira seviyelerinde. 1 milyon liranın üstünde parası olan 77 bin kişi var ve bu toplam mevduatın %46'sını oluşturuyor. 50 bin ila 1 milyon lira arasında mevduatı olanların toplam parası ise 246 milyar lira. 10 bin ila 50 bin lira arasındaki toplam para 74 milyar lira. 10 bin liranın altındaki toplam mevduat ise 32 milyar lira.

Bu rakamların en düşündürücü tarafı şu. Bankalarda 59.2 milyon kişiye ait hesap var ve bu hesapların 56.3 milyon kişiye ait olan kısmında 10 bin liranın altında para var. Bunların en az yarısının tüzel kişilere ait olduğu düşünüldüğünde kararlarını etkileyebileceğiniz gerçek kişi yatırımcıların toplam parası 16 milyara düşer. Bu değerlerin ayın belli bir günü alınan anlık değerler olduğu göz önüne alındığında; bu paranın önemli kısmının, bu kişilerin yaklaşık 400 milyar liralık tüketici borçlarından paylarına düşeni ödemeleri için bankaların alacağı paralar olduğunu da hesaba katmanız gerekir. Bunlar da düşüldüğünde geriye yatırım yapacak paranın kalacağını sanmıyoruz ama eğer kalırsa, yalan yanlış yorumlarınızla etkileyebileceğiniz kişiler ancak spot piyasada 100 dolarlık bir adet banknot alabilirler, hepsi o.

Yani işin özü şudur: Yatırımcı diye bir kavram ancak sözlüklerde var. Gerçek hayatta kalmadı. Rakamlar da bunu açıkça ortaya koyuyor. Eğer "yalan, yanlış yorumlarınızla" en az 1 milyon lirası olan 77 bin kişiyi kandırabileceğinizi düşünüyorsanız, işte bu yasanın amacı da sizin gibileri korumak zaten. Soros örneğinde olduğu gibi. Telaş etmenize gerek yok.

10 Nisan 2015 Cuma

Dolandırıcıyız ya da hiçbir şey!

Sosyal medya veya benzeri yerlerde piyasa yorumlarını paylaşan kişiler zaman zaman eleştiriye tabi tutuluyor. "Bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı" adı verilen yasal düzenlemeleri ihlal ettikleri söyleniyor. Mesela doların yükseleceğini mi söylediniz, hemen bir "çokbilmiş" çıkıp sizi uyarıyor: Yatırımcıları yanlış yönlendiriyorsun! Ya da bilmem ne hisse senedi düşecek mi dediniz; başka bir çokbilmiş itiraz ediyor: Sen ekonomist misin, nereden biliyorsun? Ya da ne bileyim Fed faizi kesin arttıracak, piyasalar çöker mi dediniz; bir başka çokbilmiş haddinizi hemen bildiriyor: Piyasayı bozuyorsun, düzenlemelere göre suç işliyorsun!

Eğer siz de sosyal medyada bu tür görüşler paylaşan biriyseniz mutlaka benzer uyarılar almışsınızdır. Söylenen hep aynı: Düzenleme var, ihlal ediyorsun, sen yorum yapamazsın, ekonomist değilsin, falan filan. Ne dersiniz, sosyal medyada ekonomi yorumu paylaşmak gerçekten suç mu? Yani "Yemin ederim ki dolar düşecek" diyen biri suç mu işliyor? Ya da "Kitap çarpsın bu hisse uçacak" diyen biri bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı mı yapıyor?

7 milyar dünyalının aynı anda konuştuğu sosyal medyada sizin görüşlerinize inanacak milyar dolarları olan binlerce kişi çıkarsa belki piyasa değişebilir elbette. Ama daha adam kredi kartı asgari tutarını ödeyemiyor, 3 milyon kişi kredi kartı borcundan dolayı takibe atılmış, dolmuşa binecek parası kalmamış hangi piyasayı etkileyip yönlendirmeyi planlıyorsun? Diyelim ki sosyal medyada yorum yapan "çapulcu", bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapıyor. Peki senin şöhretli ekonomistlerin ne yapıyor?

Mahfi Eğilmez
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"İçine girilen orta gelir tuzağının yarattığı refahı arttıramama sorunları, dış finansmanda karşılaşılan sıkıntılar, risklerle birlikte kırılganlığın artması ve yapısal sorunlara sürekli yanlış teşhis ve yaklaşımlar yapılması önümüzdeki dönem için de sıkıntıların artarak süreceğinin göstergesini oluşturuyor."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, ekonomi gelecek günlerde felakete sürüklenebilir. Eğer bu duayen ekonomiste biraz güvenen biriyseniz, hemen hisse senetlerinizi satmanız, parayı dolara yatırmanız gerekmez mi? Kendime yazılar deyip "Okumayan kalmasın" diye defalarca sosyal medyadan tefrika eden "neşeli uyarıcı" ekonomist Mahfi Eğilmez bilemeyecek de siz mi bileceksiniz? "Sat, sat, sat!..." Ne oldu şimdi? Yıllardır bu tür yorumlar yapılıyor da borsa mı düşüyor? Öyleyse yatırımcılara "ileri edebiyatla paketlenmiş" mesnetsiz bilgi verilerek bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapılmış olmadı mı?

Erdal Sağlam
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Açıklanan paketlerin ve teşviklerin içeriğinde iyi önlemler var ama yetersiz ve her şeyden önce vizyon eksikliği açıkça seziliyor. Teknik yönü çok zayıflayan bürokrasi, tüm talepleri karıştırınca ortaya zaten karışık bir metin çıkıyor."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, hükümeti yönetenler teşvik işinden anlamıyor, "kopuk" bunlar. Hükümetin milyarlarca lira teşviğini elinin tersiyle itiyor. Bunu okuyan ve ekonomiste güvenen kişiler, "Ülen bunlar teşvikten bile anlamıyor, ekonomiyi nasıl yönetecek, ilk seçimde yerine başkalarını seçelim" demez mi? Sonra da istikrar elden gidiyor diye borsa düşmez mi? Ardından herkes hisse senedini satıp çıkmaz mı? Şimdi böyle abartılı ve somut delillere dayandırılmayan bir çıkarımla bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapmış olmadık mı?

Yaşar Erdinç
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Dünkü yazımda da belirttiğim üzere, borsada net bir yükseliş trendinin oluşması şu anki şartlarda mümkün değil. Mesajım çok net, seçim sonrasındaki 1 ay da dahil olmak üzere, borsaya sıcak bakmıyorum."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, Ağutos'a kadar borsadan uzak durun, varsa satın, yoksa da satın. Şimdi bu değerli ekonomiste güvenen onbinlerce insan var, hepsi hisse senetlerini satsa, ülke çökmez mi? Bu yazının yazılması sonrasında borsanın yükseldiğini de göz önüne alırsak, ekonomistin söyledikleri kimsenin umurunda olmamış. Peki olsaydı, hiçbir somut gerekçe yokken bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapmış olmayacak mıydı?

Ali Ağaoğlu
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Tahminim dolar/TL’de 2.5210’un test edileceği yönünde. Eğer bu seviye aşağı yönde kırılır ve dolarda 2.5090’a kadar geri çekilme yaşanırsa birçok açık pozisyon kapanacak."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, dolar 2,54 iken 2,50'nin altına düşecek? Nereden biliyor? "Allahıma kitabıma dolar düşecek" diyen "kıraathane entellektüeli"nden ne farkı var? Hiçbir neden yokken bu çıkarımı yapmak bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı olmuyor mu?

Fatih Özatay
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Türkiye ekonomisinin şu anki durumuna bakıldığında karamsar senaryonun gerçekleşmesi, iyimsere kıyasla daha olası."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, ben ölçtüm biçtim işler "bilmemneye" saracak. Ekonomiste güvenen biriyseniz şöyle düşünmez misiniz: Olasılık matematiksel bir değer ve ileri yöntemlerle hesaplanıyor, adam hesapladığına göre doğru; demek ki piyasa gerçekten "bilmemneye" saracak, hemen satıp dolar alalım. Ekonomi on yıldır bilinen şekliyle gidiyor, hiç değişiklik yok. İstatistiksel terimleri kullanıp uzmanlık taslayarak bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapılmış olmadı mı şimdi?

Cüneyt Başaran
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Başta ABD Doları olmak üzere önemli kurlara karşı zor günler geçiren Euro'nun daha fazla değer kaybı sanırım kimse için şaşırtıcı olmayacaktır. Sanırım yatırımcıya eksi faiz ödeyen ama buna rağmen para basmaya devam eden bir merkez bankası, bu konuda ciddi soru işaretleri doğuruyor."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, Avrupa Merkez Bankası faizi öyle bir düşürdü ki, gidişat berbat. Ekonomisti dinliyorsanız, hemen eurolarınızı satmanız gerekir. Çünkü düşük faiz oranı tüm kötülüklerin anası. Tabi usta ekonomist "kimse için şaşırtıcı olmayacak" ifadesini kullanarak emsalsiz bir zihin okuyucu olduğunu da gösteriyor. Tanımadığı insanların kafasındaki düşünceyi bilebildiğini iddia eden insanlara ne muamelesi yapılacağını mutlaka biliyorsunuzdur ya, neyse... Bu tutarsız habere güvenerek herkes eurosunu satarsa bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapılmış olmayacak mı?

Servet Yıldırım
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Merkez Bankası faiz indirdi, hepimiz mutlu olduk. Bir ekonomide faiz ne kadar düşükse, o ekonomi o kadar sağlıklıdır. Bir hazine ne kadar düşük maliyetle borçlanıyorsa o hazineye güven o kadar yüksek demektir."

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, düşük faize canım feda, onun girdiği eve doktor girmez. Tamam da, az önce yorum yapan ekonomist Cüneyt Başaran tam tersini söylemiyor muydu? Avrupa Merkez Bankası faizleri düşürdü diye o ekonomiye güven olmaz demiyor muydu? Şimdi bu iki ekonomistten biri göz göre göre bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı yapmış olmuyor mu?

Açıl Sezen
Son yazılarından birinde şöyle diyor:

"Borsa neden cüzzamlı muamelesi görüyor? Türk halkı neden borsadan uzak duruyor?"

Yani ne diyor basitçe; diyor ki, Türk halkı, yani hepimiz, borsadan şeytan görmüş gibi kaçıyoruz. Canım kardeşim, 1 milyonun üstünde yatırımcı var borsada, daha kaç kişi olacak? Ülkede tahvil, bono, fon ve diğer tüm yatırım araçlarına yatırım yapan insanları toplasan yüz bin etmiyor. Sen kalkmış 75 milyon insanın kafasından geçeni okuyor ve hisse senedi almamalarının sebebini "gulyabani efekti"ne bağlıyorsun. Borsadaki 1 milyon yatırımcı da, "Ülen herkes çıkmış borsadan, biz niye duruyoruz, koskoca haberci abimiz söylüyor" deyip hisselerini satsa bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı olmayacak mı?

Tüm bu soruların yanıtı nedir derseniz, bilmiyoruz deriz. Çünkü düzenlemelerden neyin kastedildiği pek anlaşılmıyor. Finans dünyası kendi Leviathan'ını tersten okuyor galiba. O nedenle eğer sosyal medya veya benzeri ortamlarda düşüncelerinizi paylaşmak adına yorum yapıyorsanız, yorum yapmaya devam edin. Eğer size düzenlemeleri ihlal ettiğiniz söylenirse, bir gazete açar, ilk gördüğünüz ekonomistin yazısını gösterir ve sorarsınız: Peki bu arkadaş ne yapıyor?

O ekonomist de sizin yaptığınız şeyin aynısını yapıyor. Ekonomi pozitif bilim değildir. Şaşmaz kuralları ve sabit doğruları yoktur. Ana teorileri "görünmez el" gibi bir hayalete, "arz ve talep" gibi bir gulyabaniye ve "diğer şartlar aynı kaldığında" gibi bir şeytana bağlıdır. O nedenle ne söylerseniz söyleyin, isterseniz Adam Smith'in kitabının aynısını okuyun, düşüncenizi açıklamak adına yapmış olduğunuz yorum bilgi bazlı piyasa dolandırıcılığı ya da hiçbir şeydir. Tıpkı ekonomi adına konuşan diğer ekonomistlerin yaptığı gibi.

7 Nisan 2015 Salı

En önemli 5 istatistik komedimiz!

Her gün yayınlanan sayısız istatistiksel veriyi inceleyip anlamak gerçekten çok zor. İstatistikler üzerine temel tartışma sayıların ne kadar gerçeği yansıttığı meselesidir. O nedenle çoğu zaman istatistiklerin yalan ve gerçek arasında gidip geldiği söylenir. Genelde istatistiğe bakış da bu eksendedir. Fakat eğer biraz yaşadığınız zamanın farkındaysanız, olan biteni anlayabiliyorsanız ve enformasyon çağlayanları altında ezilmeden muhakeme edebiliyorsanız istatistiklerin bir özelliğini daha görebiliyorsunuz demektir: Eğlenceli tarafını.

Mesela şu basit analiz istatistiklerin eğlenceli tarafını güzel özetliyor: "10 erkekten 9'u zayıf ve ince kadınlardan hoşlanır; geri kalan 1 erkek ise diğer 9 kadından."

Aslında tüm istatistiki veriler, yaşadığınız dünyanın yanılsamalarının farkındaysanız size yeterli mizahı sağlayacaktır. İlave mizah için politik gündemi takip etmenize bile gerek yok. İstatistiklerin bu eğlenceli yönlerini bulmak için Dünya Bankasının veri tabanını taradık ve ülkemizle ilgili olan bazı eğlenceli istatistikleri ortaya çıkardık. Eğer hakikatin anlamını yitirdiği bu post-modern zamanlarda hala sağlam bir eleştiri yeteneğine sahipseniz siz de fazlasıyla eğlenceli istatistikler bulabilirsiniz elbette. Biz sadece birkaçını özetlemiş olalım.

Dünya Bankasının veri tabanından seçtiğimiz 5 eğlenceli istatistiği şimdi değerlendirme ve eğlence anlayışınıza sunuyoruz:

1- Zenginlerimizin fakirleşmesine maalesef dur diyemedik!
Zenginlerimiz maalesef göz göre göre fakirleşiyor, ellerindeki avuçlarındaki "birkaç kuruşu" kaybedip duruyorlar. Şaka yaptığımızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Dünya Bankası istatistikleri bunu söylüyor. Hani her zaman ekonomi haberlerinde görürsünüz ya, dünyanın en zengin %20'si (10'u, 2'si, 1'i ya da neyse işte) gelirin %'de bilmem kaçına sahip diye. İşte Dünya Bankası verilerine baktığımızda, ülkemizin en zengin %20'lik sınıfı, 2003 yılında toplam gelirin %32,4'üne sahipken 2011'de %30,5'ine sahip duruma gelmişler. (Sonraki yıl verileri bulunmuyor.) Yani basit bir hesaplamayla gelirlerinin %6'sını son on yılda kaybetmiş görünüyorlar. Memurun, emeklinin maaşına bile enflasyon oranında zam gelirken maalesef en zengin %20'lik sınıfımız enflasyona yenik düşmüş. Umarız sokaklara dökülmezler. Yoksa tarihin ilk zengin direnişine şahit olabiliriz. Açılacak pankartları da tahmin etmek zor olmasa gerek: "Mesele para değil; sen hala anlamadın mı?"

2- Ormana orman kattık!
Yol, köprü, baraj, kentleşme, yangın derken ormanlarımız yok olup gidiyor. Sıkıntı sadece bizde değil elbet, tüm dünya bu sorunla mücadele ediyor. Dünya Bankası istatistiklerine baktığımızda sorunun büyüklüğünü görebiliyorsunuz. Ülkelerin ormanlık alanları yıllar itibariyle azalış gösteriyor; bir tek ülke hariç: Türkiye. 2000 yılında toplam ormanlık alanımız 101.460 kilometre kare iken 2012'ye geldiğimizde 115.716 kilometre kareye çıktığını görüyoruz. Yani son on yılda ormanlarımız Afyon ilinin yüzölçümü kadar artmış görünüyor. Başımızı ne tarafa çevirsek betonlaşma görürken, yaşadığımız bölgelerde ormanların sürekli katledildiğini duyarken, son on yılda ormanlık alanlarımızın %15'e yakın artması pek inandırıcı durmuyor. Muhtemelen milli gelirimizin bir gecede 100 milyar dolar artması gibi bir değişiklik yapılarak orman alanlarının da hesaplama yöntemi değiştirildi. Pygmalian etkisi burada da kendini gerçekleştirirse oksijenimize oksijen kattık demektir.

3- Anlıyorum ama konuşamıyorum!
Tübitak'a Hayvanat Bahçesinden müdür atayarak, Sağlık Bakanlığına inşaat mühendisi atayarak, sebze halinden tiyatroya müdür atayarak zaten meritokrasimizin nasıl çalıştığını tüm dünyaya gösterdik. Fakat bu atamalar sizi yanıltmasın. Aslında gerçek sizin gördüğünüz gibi değil. Dünya Bankası istatistiklerine göre, fizik, kimya, biyoloji, matematik, medikal, teknoloji ve uzay bilimleri konularında yazılan bilimsel makale sayıları tüm gerçeği açıklıyor. Bizde yok denilen bu bilim kollarında 2011'de yazılan bilimsel makale sayımız 8.328 adet. Bu sayı bizi dünyada bu dallarda en çok makale yazılan 16. ülke yapıyor. Belçika, İsrail, Danimarka, Norveç gibi ülkeleri sollayıp geçmiş durumdayız. Bu bilim dallarında o ülkeler bizden çok çok ilerdeyken, yazılan bilimsel makale sayısının bizde daha fazla olması tek bir fenomeni çağrıştırıyor, İngilizce biliyor musun sorusuna verdiğimiz cevabı: "Anlıyorum ama konuşamıyorum." Hocam, madem bir işe yaramıyor, neden yazıyoruz bu makaleleri?

4- Marka giyen uyanık şeytan Outlet'ten alışveriş yapar!
Şu küresel dünyada başarılı sayılmanın en geçerli yolu şüphesiz marka olmak. Marka olamadıysan başarılı da olamazsın. Artık ülkeler bile ticari marka olabilmek için mücadele veriyor. Hal böyle olunca ülkelerin zenginliği de marka sayısıyla ölçülüyor. Dünya Bankası istatistikleri bu konuda bize çarpıcı bir veri sunuyor. 2011 yılında vatandaşlarımız 103.748 adet marka başvurusu yaparak büyük bir başarı elde ettiler. Dünyada en çok marka başvurusu yapan 5. ülke olduk. Fransa, Japonya, Almanya gibi ülkeler neredeyse yarımız kadar marka yaratabilmiş. Gerçekten büyük başarı. Yarattığımız markalar nedir diye merak ediyorsanız birkaçını sıralayalım: Pink Floyd Kuaför, Kalçaoğlu Market, Çarparoğlu Sürücü Kursu, Garnitür Gelinlik, vs. Markalar bunlar olunca marka giyen şeytana bunları anca Outlet'te satarsın.

5- Uzatmalı üçlü priz dönergeci!
Eğer güçlü bir ülkeyseniz ve gelecekte de güçlü kalmak istiyorsanız yapmanız gereken icat yaratmaktır. Sonra da gidip onu tescil ettirerek patent almak. Çünkü düşündüğünüzü sizden önce Japonlar yapabilir. Halkımız da öyle yapmış. Dünya Bankası verilerine göre 2012 yılında patent alan icat sayımız 4.434. Bu rakamla dünyada 14. sıradayız. Yani dünyanın en inovatif 14. ülkesiyiz. İsveç, İsviçre, Hollanda, Finlandiya, Danimarka ve İsrail'e bile bluetoothlu nal toplatmışız. Zaten icat konusunda başarımız öteden beri iyi bilinir. Asrın icadı Erke Dönergecinden uzatmalı üçlü priz dönergeci yapamadık henüz ama fön makinasıyla mangal, acılı dondurma, milli içki ayran, yatırmatik gibi buluşları dünya insanlığına adamış durumdayız. Yani geleceğimiz parlak.

Uzun lafın kısası, eğlenceyi komedyenlerden beklemeyin, biraz istatistik okuyun!

2 Nisan 2015 Perşembe

Hangi tip ekonomi yorumcusu olduğunu öğrenmek istemez misin?

Bilgi çağlayanları karşısında birçok dünya halkı gibi maalesef biz de yenik düştük. Bilgiyi yönetmede pek başarılı olamadık. İş işten geçmiş değil elbet ama başarısızlığımız kolayca giderilecek gibi de değil.

İki bilgi çağlayanı altında en büyük yenilgiyi almış görünüyoruz. Biri kişisel gelişim diğeri ekonomi yorumculuğu. Kişisel gelişim sektörü milyarlarca liralık bir pazar yaratmış durumda. Ekonomi yorumculuğu ise artık herkesin ortak özelliği. Mevlana'ya özgülenmiş bir aforizmayı "Anlayana" ön açıklamasıyla yayınlayarak kişisel gelişiminin ne kadar üst seviyede olduğunu gösteren milyonlar var bu ülkede. Tıpkı grafiğe bakıp doların yükseleceğini söyleyen milyonlar olduğu gibi. Her ikisinin ortak özellikleri olan demogoji, retorik ve boş laf bu yenilgide etkili olmuş olabilir; ya da mistisizm arayışı, kontrol ilüzyonu veya değişim arzusu gibi daha karmaşık etmenler. Her ne olursa olsun, son tahlilde hem kişisel gelişim hem de ekonomiyi anlama ve yorumlama konusunda maalesef başarısız olduk.

Gün içinde sosyal medyadaki yorumların büyük bölümü ekonomi üzerine. Herkes bir şeyler paylaşıp bir şeyler yorumluyor. Televizyonlarda gördüğümüz de pek farklı değil. Eğer bu tür yorumları takip eden biriyseniz, farklı tarzların oluştuğunu görmüşsünüzdür. Göremeyenler içinse biz bir kere daha özetleyelim. Fakat bu kez kişisel gelişim penceresinden sınıflandırarak.

Hangi tip ekonomi yorumcusu olduğunuzu öğrenmek istiyorsanız, buyurun:

1- Piyasa şamanları
Her ayrıntıyı takip ederek bizlerle paylaşırlar. Meksika'nın kredi notundan İtalya'nın işsizlik oranına kadar her şeyi yorumlarlar. Bu gereksiz ayrıntılarla doğru kararlar verileceğine inanırlar. "Büyüme rakamları endişe verici, faiz oranları düşündürtücü, New York borsasında kırılganlık yüksek, sıkılaşma var, esneme devam ediyor" gibi bir ton detaycı yaklaşım. Kendilerini şamanlar gibi şifacı sanırlar ve abartılı detaycılıkları nedeniyle kendilerine saygı duyulmasını beklerler. Her ayrıntıyı takip ederek geleceği gördüklerini sanırlar ama aslında gördükleri piyasanın onlara gösterdiği sıradanlıklardır. Yani herkesin bildikleri. Şu kızılderili fıkrası piyasa şamanlarını oldukça güzel anlatır: Kızılderililer, kabilenin şamanına başvurarak kışın nasıl geçeceğini sorarlar. Şaman, bu teknoloji çağında büyüyle bu işin anlaşılamayacağını kavradığından ihtiyatlı davranarak sert geçeceğini ve yeteri kadar odun toplamalarını ister. Kızılderililer odun toplamaya gidince şaman da şehirdeki meteoroloji istasyonunu arar ve kışın nasıl geçeceğini sorar. Yetkili soğuk geçeceğini söyler. Bunun üzerine şaman kabilesini toplar ve kış soğuk geçeceğinden daha çok odun toplamalarını ister. Bir süre sonra tekrar meteoroloji istasyonunu arar. Yetkili yeniden çok soğuk geçeceğini söyler. Şaman tekrar kabileyi toplar ve kışın sert geçeceğini ve buldukları tüm çalıçırpıyı toplamalarını ister. Birkaç gün sonra tekrar istasyonu arar ve kışın sert geçeceğinden gerçekten emin misiniz diye sorar. Yetkili evet soğuk geçecek der. Şaman nasıl bu kadar eminsiniz diye yeniden sorar. Yetkili yanıtlar: Kızılderililer deliler gibi odun topluyor."

2- Kundalini teknikçiler
İnsan vücudunda gizli bir yaratıcı enerjinin olduğunu sanan Kundalini gelişimcileri gibi bu tür yorumcular da gizli enerjinin grafiklerde olduğunu sanırlar. Sonra da bu enerjiyi açığa çıkararak yatırımcılara hayat verdiklerini düşünürler. Bir nevi grafikten enerji çıkarırlar. Önlerine bir grafik koyarlar, üzerine çizgiler ve işaretler eklerler ve sonra başlarlar yorumlamaya. Altının teknik seviyesine yaklaştığını, omuz baş omuz ile fiyat hedeflerini belirlediklerini, aşağı trendin satış baskısını arttırdığını ya da Bollinger'in üst bandı zorladığını Kundalini teknikçilerinden öğrenebilirsiniz. Hem anlatan hem dinleyen kişisel olarak geliştiğini düşünür ve öngörülerinin isabetliliği ile övünür. Ama bu öngörüleri kullanarak şu kadar para kazandım diyenini asla göremezsiniz.

3- Birlik bilinci sakinleri
Kişisel sınırların ortadan kalktığını, diğer insanlarla ve doğayla birleştiğini duyumsayan birlik bilinci sakinleri finans dünyasında da kendilerine yer bulmuştur. Sakin, ağırbaşlı ve yukarıdan bakan bu tayfa teknik analizcileri de küçümserler. Genelde onların yaptığı The Economist, FT, Daily News gibi "ağır abi" kanalların haberlerini paylaşmaktır. Öngörü yapmayı sululuk olarak gören bu yorumcular "Bak Mahfi Hoca bunu dedi, al işte Erdinç Hoca bak nasıl buyurdu, gördün mü bak Emre Hoca nasıl eyledi" gibi paylaşımlarıyla da ahaliye "ayar" verirler. Gün boyu retweet ettikleri uzun makaleleri kendileri okusa 72 saatte bitiremezler ama diğer yorumcuları eleştirmeyi çok iyi bilirler.

4- Reenkarnasyoncular
Farklı zaman dilimlerinde farklı yerlerde geçen olayları deneyimleyebilen reenkarnasyoncular gibi davranan bir ekonomi yorumcusu kuşağı gelişmiştir. "Şu tarihte dolar şuydu, bak şimdi de aynısı oldu" ekseninde dolanır dururlar. "İşsizlik oranı 1929 Ekonomik Buhranında da aynıydı, Keynes bunu o zamandan söylemişti ya da Lale krizini anlasaydık Enron krizi olmazdı" gibi derin bir geçmiş yaşam deneyimi sunarlar. Sanırsın adam 500 yıldır ekonomist. Benzetecek bir şey bulamasalar iki eski fotoğraf koyup "Bilmem hatırlayabildin mi?" diye sorarlar. Sanki fotoğrafı kendisi çekti! Bu tür yorumculara biraz fazla takılınca insan kendini rahatlıkla psikiyatrist koltuğunda hissedebilir.

5- Varlık görücüler
Görünmeyen varlıkları gördüğünü sanan kişisel gelişimciler gibi "derin" bir ekonomik yorumcu sınıfı oluşmuştur. Sürekli gizli bir varlıktan haber alır gibi yorum ve öngörü yaparlar. "Fed Başkanı Yellen şunu dedi, dolar yükselecek, ECB Başkanı Dragi tersinden kalktı, euro düşecek" tarzı bir yorum anlayışları vardır. Bernanke şöyle derse biz böyle oluruz, Uruguay faizleri yükseltirse ayvayı yeriz veya Fitch ratingimizi düşürürse naneyi yeriz" gibi yorumlarla günü akşam ederler. Sanırsın Fed Başkanı açıklama değil vahiy gönderiyor.

6- UFOcular
Uzaylı görmüş Türk'ün halleri ekonomi alanında da kendini gösterir. Dünyanın değişik yerlerinden alakalı alakasız rapor, grafik ya da açıklamaları bulur getirirler. Mali'nin enflasyon raporundan son on yılın hedge fon gelirlerine, Çin'in Kuala yavrusu üretiminden Bolivya'nın kahve fidanı sulama miktarına kadar ne kadar gereksiz bilgi var, uzaylı görmüş gibi anlatırlar. Altına da not düşerler, "Mutlaka herkes okumalı!" İyi de canım kardeşim, bu raporu okuyunca ne olacak, hangi sorumuza yanıt bulacağız, Kuala mı yetiştireceğiz, ne oluyor? Sorularınıza yanıt alamasanız da ufo gördüğünü söyleyenler ekonomi yorumculuğunda hiç eksik olmaz.

Anlamadan anlatmak dünyanın en zor işi. Ekonomiyi yanlış anlama ve yorumlama konusunda gerçekten çok başarılıyız. Herhalde bu işi dünyada bizden daha iyi yapan yoktur.