29 Kasım 2015 Pazar

6 adımda Türk-Rus ilişkileri uzmanı olma kılavuzu!

Gündeme yönelik uzman yetiştiren tek toplumuz herhalde. Sosyal ve pozitif bilimler pek gelişmese de, diplomasi ve siyaset biliminden pek anlamasak da gündem bu konularda uzman olmayı gerektiriyorsa hemen oluyoruz. Şu aralar herkes diplomasi, dış ilişkiler ve uluslar arası siyaset uzmanı.

Düşürülen Rus uçağından sonra Türk-Rus ilişkileri üzerine yorum yapan binlerce uzmanımız var. Sosyal medyadan tam bir think-tank kuruluşu gibi dünya politiğine yön veriyorlar. Yorumların özelliği birkaç tane okuyunca hemen sizin de yorumcu olabilmeniz. Siyasetin görünmez eli bir anda sizi de uzman yapıyor ve başlıyorsunuz yorum yapmaya. Siyaset ve diploması konusunda hiçbir eğitim almamışken, tek bir kitap bile okumamışken ve hatta Suriye'nin nüfusu ve yüzölçümü ne kadardır diye bilmezken yorum yapabilmek gerçekten kolay iş değil. Fakat birçokları bunu başarıyorlar. Eğer siz de başaramayanlardansanız, işte size bir kılavuz: Uzman olma vaktiniz geldi de geçiyor bile.

6 adımda nasıl Türk-Rus ilişkileri uzmanı olunur?

1- Dangalaklık Felsefesi
Öncelikle bu felsefi düşünce şeklini bilmeniz gerekir. 1960'larda ortaya çıkan "Airhead" felsefesini boş kafalılık ya da dangalaklık olarak çevirebiliriz. Daha sonra evrilerek "Yeni Çağ Felsefesi"ne dönüşen bu düşünce şekline göre bilginizin hiçbir tutarlı kaynağı olmasına gerek yoktur. Mesela dünya dışı varlıklara inanç bu düşünce şekline göre normaldir. Uzaydan gelen bu insanlar dünyada yemek yer, dolaşır, hatta beğendikleri kişileri götürüp nesillerini sürdürürler. Bu düşünceyi benimsemiş uzmanlarımıza göre dünyadaki tüm müşlümanlar kardeşken, kendisiyle aynı fikirde olmayan vatandaşlar yok edilmesi gereken şeytanlardır.

2- Bulanıklık felsefesi
Bu yorumcuları "az akıllı"dan "çok akıllı"ya, "az bilgili"den "çok bilgili"ye ya da "sönük fikirli"den "parlak fikirli"ye doğru hiyerarşik olarak sıralamak pek mümkün değildir, çünkü yorumların tamamı büyük bir kesinlikle ortaya konur. Her yorumcu Türk-Rus ilişkilerini şaşmaz bir doğrulukla öngördüğünü söylemektedir. Fıkrayı bilenler olacaktır. Müze bekçisine, "Bu dinozor kemikleri kaç yaşında?" diye sorar turistin biri. Bekçi, "üç milyon dört yıl altı ay," der. Turist, "Nasıl böyle tamı tamına bilebiliyorsunuz?" diye yeniden sorar. Bekçi şöyle yanıt verir: "Ben işe dört yıl altı ay önce başladığımda bu kemikler üç milyon yaşındaydı." Hani yorumcularımız diyor ya uçağı kendi hava sahamız içinde düşürdük haklıyız diye. Nereden biliyor acaba, hava sahamızı elleriyle mi ölçmüşler, üstelik haritalar bile bunu bu kesinlikle söyleyemezken.

3- Yanlış Bile Değil İlkesi
Yanlış bile değil ilkesine (not even wrong) göre, kişinin ileri sürdüğü fikir yanlışlanabilir olmadığından, yanlıştan daha yanlıştır. Ya da kaşifinin tabiriyle söylersek, doğru olmadığı gibi yanlış bile değildir. Bu seviyede açıklama yapmak için çok büyük uzman olmak gerekir. Hani uzmanlarımız diyor ya, Rusya bize ambargo koyarsa kendi kaybeder diye. İşte yorum bu kadar "salakça" olmalı; yanlış bile değil yani. İyi de kardeşim, Rusya amborgo koyunca kendisi kaybedecekse neden koysun öyleyse? Senin kadar anlamıyor mu diplomasiden.

4- Aşırı Kendine Güven Sendromu
Aşırı kendine güven (over confidence effect), bazı açıksözlü psikologlara göre kişinin kendi kiralık katili olması durumudur. Bir sınavda verdiği cevabın %99 oranında doğru olduğunu sananlardan sadece %40'ının cevabının doğru olması konunun matematiksel izahıdır. Hayat çoğu zaman bu netlikte izahatlar vermese de aşırı kendine güven sonu genellikle hüsranla biten bir hatadır. Bu tür insanlara göre her şey aslında çok basittir. Mesela yorumcularımız ne diyor, "Biz gaz kaçağını çakmak yakarak kontrol eden bir halkız, Rusya bizi korkutamaz." Vay aslanım, sana Henry Kissinger'ın bile vereceği diploması dersi olamaz, yürü be!

5- Reductio ad absurdum
Filozof Sartre, kafeteryadaki garsonları izler ve garson olmak, "garsonmuş gibi davranmaktır" sonucuna ulaşır. Yani garsonlar garson olmayı, garson taklidi yaparak öğrenirler. Bu durum, garson yaptığının sadece bir rol olduğunun farkında olduğu sürece bir sorun oluşturmaz; peki ya farkında değilse? Reductio ad absurdum, yani saçma olana indirgeme düşüncesi tam bu noktada başlar. Yani muhtemelen sosyal medyada yorum yapan kişi ya garson, ya sekreter, ya satış görevlisi ya da işsiz. Fakat ne olduğunun farkında olmadığı için dış ilişkiler uzmanlığına kendini kaptırmış durumda.

6- Zen
Uzmanlarımız farkında olmasalar da tam bir Zen üstadıdırlar. Zenle aydınlanmışlardır. "Bir kedinin arasında ne fark var?" ya da "Tek elin çırpılmasından hangi ses çıkar?" türünden tuhaf sorulara yanıt verir gibidirler. Yani aslında yanıt verdikleri sorular şunlar gibidir: "Rus dışişleri de benim kadar salak mı?.. Düşürülen uçak maket miydi?.. Daha ne kadar benimle alay edilmesine dayanırım?.. Açıklamalarımdan dolayı kendime güldürmem ayıp mı?.." Uzman kardeşim, sen anlatmaya devam et, çok bilgileniyoruz; bir yerleriyle sana gülenlere aldırma, onlar insan değil!

Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı yapıtında milli gurur ile ilgili uluslar hala ortak bir lisan yaratamadılar diyordu. Dönüp halkımıza baktığımızda da bunu görür gibiyiz. Milli gururun içine girdiği her uluslararası olayda "aptallık" ortak lisanımız oluyor.

23 Kasım 2015 Pazartesi

Findeks notunu duyan masum Türk'ün en çok verdiği 6 tepki!

İlber Ortaylı reklamları ile bir anda hayatımıza giren Findeks notu finansal geleceğimizi belirlemeye başlamış görünüyor. Finans merkezi olma yolunda ilerlerken böyle bir yenilik gerçekten çok faydalı oldu. Peki ama acaba Findeks notunu tam olarak anlayabildik mi?

Finansal kuruluşlar kredilerinde Findeks notuna bağımlılıklarını giderek arttırıyorlar. Düşük bir notun kredi alması pek mümkün değil artık. 2007 finansal krizini notu düşük olanlara verilen krediler çıkardığı düşünülürse, bundan sonraki dönemde kredi notu kredi alabilmenin temel göstergesi olacak. İşte böyle bir döneme girerken tüketici davranışlarına bir göz atalım dedik. Finansal kuruluşlardan kredi alırken Findeks notlarını duyanların verdikleri tepkileri yakından inceleyelim ve finans merkezi olma yolunda ilerleyen ülkenin halkını daha yakından tanıyalım istedik.

Findeks notunu duyan masum Türk'ün en çok verdiği 6 tepki!

1- Amcaoğluna kredi kartını verdik, ödememiş kereta!
Kredi notunun düşük olduğu kendisine söylendiğinde müşteri temsilcisine verilen en popüler cevaplardan biri budur. Kredi ödemelerindeki düzensizliğin kendisinden kaynaklanmadığını, canından çok sevdiği ve kızmaya kıyamadığı yeğenine verdiği ve yeğeni tarafından ödenmeyen kredi kartından kaynaklandığını anlatan bu cevap aynen şöyledir: "Kredi kartını amcaoğluna vermiştim, ödememiş kereta!" Dünyanın başka hiçbir ülkesinde bir kişinin kredi kartını başka biri kullanmaz herhalde. Hakikaten bu ülke tam bir finans merkezi.

2- Kırmızı kalem yemem ben!
Kredi notunun düşük olduğunu duyan müşterilerden kavramsal düşünme yeteneği zayıf olanlar olaya sadece iki kutuptan bakarlar. Ya borçlarını ödüyorlardır, ya da ödemiyorlardır. Gecikmeli ödemiş olmaları onlar açısından sorun değildir. Önemli olan "kırmızı kalem yememiş" olmalarıdır. Yani haklarında yasal takip başlatılmamasıdır. Kırmızı kalem yemedikleri için kredi notlarının çok yüksek olmasını beklerler ve her türlü krediyi alacaklarını tahmin ederler. Hani şair demiş ya; bahçıvansın biberin yok, "bilmemnesin" haberin yok, tam o cins.

3- Bir şey yapamaz mıyız acaba?
Teslimiyetçi müşteri profilinin düşük nota ilk tepkisi müşteri temsilcisinden yardım istemektir. Aynen şöyle: "Bir şey yapamaz mıyız acaba?" O an yaratılan iyi sinerji ile nottan bağımsız olarak kredi almayı talep eder. Adeta bir iyi niyet elçisi gibi davranarak müşteri temsilcisinin olumsuz kredi notuna aldırış etmeden kredi vermesini bekler. Notun gerçeği yansıtmadığını düşünmektedir ve ona göre son derece dürüst bir insandır. Eksik olan tek şey biraz anlayıştır. Şimdi düşünün, çözüme bu kadar yakın pozitivist insanların olduğu bir ülkede subprime krizi olur mu?

4- Bazen kredi kartını unutuyoruz!
Düşük nota verilen tepkilerden biri de budur: "Bazen kredi kartını unutuyoruz." Yani demek istiyor ki, ben aslında tüm kredilerimi düzenli ödüyorum, kredi kartı pek önemli değil, sadece onu geciktiriyorum. Bölünmüş kişilikli müşteri profilinin tipik yanıtı. Kendisine göre bir ayırım yapmış: "Konut kredisi borcu çok çok önemli, kredi borcu çok önemli, overdraft borcu daha az önemli, kredi kartı borcu pek önemli sayılmaz." Zannedersin kredi kartındaki krediyi babası açıyor.

5- Bacanağa kredi çekmiştik, ödememiş, haberim olmadı!
Düşük puanın nedenini geçmişteki sorunlu kredilerin oluşturduğu söylendiğinde kişilerin en popüler cevabı budur: "Bacanağa kredi çekmiştik, ödememiş, bana da haber vermedi." Suçu başkasına atarak suçlu hissinden uzaklaşmaya çalışır. Adeta "kendisinde hiç borcunu ödemeyecek bir yüz var mı" sorusuna şu yanıtı bekler gibidir: "Asla!" Kredinin bir başkasına çekilmiş olması da ayrı bir faciadır elbette. Finans merkezi olma yolunda ilerlerken bize özgü kredi türlerini de tasarlamış gibiyiz.

6- Ben nottan anlamam ama borcuma sadığım!
Notunu düşük bulan agnostik müşteri tiplerinin yaygın tepkisidir: "Ben nottan anlamam ama borcuma sadığım." Yani diyor ki, ben krediyi gününde değil, kafam istediğinde öderim, ama kesinlikle öderim, nota takılmana gerek yok. Bu tür müşterilerin sayısı oldukça fazladır. Findeks'in bunları belirleyip geç ödemeleri için puanlarını düşürmemesi beklenir ama nerde bizde duyarlı Findeks. Tüketici dostu bir Findeks'e hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştık.

Umarız kısa zamanda finans merkezi oluruz ve bu masum-modern yaklaşımları dünyaya da öğreterek yeni subprime krizlerinin olmasını önleriz.

22 Kasım 2015 Pazar

Ekonomi bilimine göre ekonomi yorumcusu bir fahişedir!

Ekonomi bilimi giderek hayatın tüm sorunlarını çözen "sihirli bir açacak" haline geldi. Artık sadece emek, sermaye, işgücü ve para gibi konulara cevaplar bulmakla kalmıyor, aklınıza ne gelirse çözmeye çalışıyor. Sağlık hizmetlerinden eğitime, çevre sorunlarından ilişkilere kadar her türlü soruya cevap veriyor, her şeyin fiyatını bulmaya çalışıyor. Doğal olarak da ekonomistler kendilerini her derdin devası olarak görüyorlar. Yakın Çağ ve Uzay Çağından sonra Ekonomist Çağı başladı diyebiliriz herhalde.

Ekonomi biliminin son zamanlarda üzerine eğildiği konulardan biri de fahişelik. Aradığı cevap ise seksin fiyatı. Piyasa varsa mal ya da hizmet vardır, mal ya da hizmet varsa fiyat vardır. Doğru fiyatı bulmak da ekonomistin görevidir. Dünyanın en büyük piyasalarında biri olan seks piyasasında fahişelik hizmeti verildiğine göre ticaretin doğru fiyatlardan yapılması önemli bir husustur. Peki doğru fiyatı kim belirleyecek: Elbette ki ekonomist.

Seks piyasası üzerine olan teorileri incelerken, fahişelik hizmeti ile aynı ekonomik teorilere dayanan başka bir hizmet türü daha olduğunu fark ettik. Ne mi? Ekonomi yorumculuğu.

Ekonomi yorumculuğu, ekonomi teorileri açısından bakıldığında fahişeliğe oldukça çok benziyor. Neden mi?

Ekonomi yorumculuğunun ekonomik teori açısından neden fahişeliğe benzediğini gösteren 7 teoriyi merak ediyorsanız, okumaya devam edebilirsiniz.

1- Kendi kendini yönetme (otonomi)
Fahişelik mesleği üzerine birçok şey söylenebilir. Biz sadece ekonomi biliminin bakış açısından bakacağız. Ekonomi, fahişeliği, kadınların kendi hayatları üzerinde kontrol sağlama fırsatı olarak değerlendirir ve iş ve kariyer fırsatı olarak görür. Neoliberal açıdan fahişe kendi kendini yöneten (otonom) erdemli bir kişidir. Tıpkı ekonomi yorumcusu gibi. O da bu işi bir kariyer fırsatı olarak görür ve kimseden emir almadan bağımsız şekilde yorumunu yapar.

2- Fahişelik suçtur
Fahişelik ticari bir iş olarak suçtur ama suçun tespiti oldukça zordur. Yatağınızdaki birinin sizden vergisiz kazanç mı sağladığı yoksa aşkına karşılık sizinle birlikte mi olduğunu görünce anlayacak bir "uzman" yoktur herhalde. Bu tıpkı varlık fiyatlarını etkileyecek yorumların suç olması gibidir. Ekonomi yorumcuları gün boyu yaptıkları yorumlarla varlık fiyatlarıyla istedikleri gibi oynayabilirler. Ama işledikleri suçu ayırt edecek bir "uzman" bulmak burada da oldukça zordur. O nedenle seksin aşk ya da para karşılığı mı olduğunu anlamak, yorumun spekülasyon mu ekonomik analiz mi olduğunu anlamak kadar zordur.

3- Arz talep dengesizliği
Ekonomik teori arz artınca talebin düşeceğini söyler. Bu fahişelik için böyle değildir. Ekonomist Steven Levitt'in sektör üzerinde yaptığı araştırmalarda fiyat arttıkça talebin düşmediğini görmüştür. Bu tam da ekonomi yorumcusu piyasası için geçerli olan teoridir. Piyasadaki yorumcu sayısı arttıkça bunlara olan talep düşmez, tam tersi daha çok artar.

4- Fırsat maliyeti
Ekonomistler fahişeliğin fırsat maliyetinin aile hayatından vazgeçmek olduğunu söylerler. Yani aile hayatından vazgeçerek fahişeliği seçen biri her türlü eleştiriye de göğüs germek zorundadır. Öyleyse bu işten elde edilecek gelir vazgeçilenlerden büyük olmalıdır. Bu teori ekonomi yorumcusu için de geçerlidir. Ekonomi yorumcusu da popüler olmak uğruna eleştiriyi göze alan kişidir. Çünkü eleştiri, ekonomi yorumculuğunun fırsat maliyetinin yarattığı bir sonuçtur. Popülerlik eleştiriden yüksekse yorumculuğa devam etmek doğru karardır. Tıpkı fahişelerin de aynı düşünceyle hareket etmeleri gibi.

5- Piyasa koşulları
Piyasa koşulları fiyatın temel belirleyicisidir. Basitçe söylemek gerekirse asgari ücret ne kadar yüksekse fahişelere ödenen fiyat da o kadar yüksek olacaktır. Tersi durumda ise tam tersi. Düşük asgari ücret düşük fiyatlara, yüksek talebe ve dolayısıyla daha fazla fahişeliğe neden olacaktır. Şimdi bir ekonomi düşünün; çalışanların yarısından fazlası asgari ücretli, şirketlerinin %70'i yabancıların elinde, hakim ekonomik aktivite inşaat,finans piyasaları yabancı likiditenin hakimiyeti altında. Böyle bir ekonomide iki şeyin sayısı artar: Fahişelerin ve ekonomi yorumcularının. Bizde olan da budur.

6- Batık maliyet
Ekonomistler P.Moffatt ve S.Peters'ın yaptığı araştırmalara göre en cekici fahişeler en yüksek ücreti almazlar. Çekici olmayan ve daha yaşlı olanlar en yüksek ücreti alırlar. Neden mi? Çekici olmayan kadınlar, müşterilerinin tekrar geleceğini düşünmedikleri için en yüksek ücreti talep ederler. Müşteriler ise o ana kadar bazı maliyetlere (arama, yolculuk, beklenti) katlandıkları için (ekonomi diliyle batık maliyet), vazgeçerek maliyeti arttırmaktansa ödeme yapmayı kabul ederler. Batık maliyet ekonomi yorumcuları için de geçerlidir. En çok konuşan ya da yazan yorumcular en akıllı, en bilgili veya en başarılı olanlar değildir. Çünkü akıllı, bilgili ve başarılı olanlar müşteri memnuniyetini düşünüp gerçekleri söyledikleri için basında kendilerine fazla yer bulamazlar. Tıpkı fahişe piyasası gibi "çekici olmayan fahişelere" yüksek ödeme yaparız.

7- Kar maksimizasyonu
Fahişeye neden ihtiyaç duyulur? Kimse hayatının aşkını bulma ümidiyle yola çıkmaz. Öyleyse yanıt basit: Temel içgüdü. Ya da para eşittir mutluluk. Ekonomi diliyle söylersek kar maksimizasyonu. Peki, ekonomi yorumcusunu neden dinleriz? Her ay gelirinizin bir kısmını tasarruf edin, foreks, borsa, vob gibi riskli işlemlerden uzak durun, paranızı vadeli hesaba yatırın, 20 yıl sonra zengin olun diyen bir ekonomi yorumcusunu kimse dinlemez herhalde. Onun yerine bizi hemen zengin edecek bir yorumcu isteriz. İçgüdülerimiz bizi kısa süreli hazzı maksimuma çıkaran ekonomi yorumcusuna yönlendirir. Anlık grafikler, anlık oranlar, anlık fiyatlar vs. Anlık kar maksimizasyonu. Çünkü para eşittir mutluluk. Yani fahişe eşittir ekonomi yorumcusu.

Ekonomistlerin fahişelik hakkında ürettiği teoriler deneysel olarak test edilebilir olmanın çok sınırlı yaklaşımı çerçevesinde gerçektir. İşte popüler ekonomi edebiyatının da yaptığı budur: Hatalı varsayımlar kullanarak dünyayı açıkladığını iddia etmek. Tıpkı yukarıda fahişelik için yaptığı gibi.

Eğer ekonomi bilimi haklıysa söyleyecek tek bir şey kalıyor: Ekonomi bilimine göre ekonomi yorumcusu bir fahişedir.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Finansal geleceğinizden artık sadece siz sorumlu değilsiniz!

Yatırım yapmak hiç kimse için kolay bir iş değildir. Profesyonel yatırımcılar veya finans uzmanları da en az küçük yatırımcılar kadar hata yapar ve para kaybederler. Fakat sonuçta hiç kimse profesyonel yatırımcıları yetersiz performanslarından dolayı "vahşice" eleştirmez. Oysa küçük yatırımcılar için durum öyle mi? Ne bilgisizlikleri kalır, ne aptallıkları, ne aşırı özgüvenleri, ne de duygusal kararları. Tüm kişisel nitelikleri derin bir eleştiriye tabi tutulur. Yıllar, onyıllar ve hatta yüzyıllar böyle geçti. 17. yüzyıldaki Hollanda lale çılgınlığından 21. yüzyıldaki dotcom krizine kadar eleştirilen hep küçük yatırımcı oldu. Bununla birlikte dört yüz yılda bir şey hiç değişmeden bugüne kadar gelmeyi başardı. Tüm başarısızlıklarına rağmen küçük yatırımcılar yüzyıllardır yatırım yapmaya devam ettiler. Küçük bir soru: Peki ama neden?

Basit gibi görülen bu çetrefilli sorunun yanıtını bulmayı klasik ekonomistler dört yüz yıl başaramadılar. Davranışsal finansçılar ise sadece birkaç yılda buldular. Buldukları şey son derece çarpıcıydı. Küçük yatırımcılar ne söylendiği gibi bilgisiz, ne aptal, ne de aşırı duygusaldılar. Büyük çoğunluğu finans dışındaki bir alanda başarılı bir kariyer elde etmiş kişilerdi. Öyleyse sorun neredeydi?

Davranışsal finansçılara göre sorun küçük yatırımcının karar verme şeklindeydi. Yatırım hayatlarını içine kapalı kendi küçük dünyalarında yaşıyorlardı. Bu küçük dünya onların yatırım alışkanlıklarını yönlendirip yönetiyordu. Kişiler, bu küçük dünyaya adeta tepeden bakarmış gibi davranıyor ve yatırım kararlarını veriyorlardı. Davranışsal finansçılara göre bu durum yüzyıllardır değişmemişti. Sosyolog Nikolas Rose'a göre kişinin kendi ahlaki değerlerinin baştan çıkarıcılığı ile piyasa sisteminin kışkırtıcılığı kişisel karar verme alışkanlığını körüklüyordu. Bundan ötürüdür ki kişiler yatırım kararlarını yalnız vermeye devam ediyorlardı. Peki bu durum nasıl değişebilir?

Yatırım yapmayı öğrenmek kolay bir iş değildir. Ekonomi ile ilgili bir üniversiteye gitmek, varlık fiyatlamayı ve portföy yönetimini öğrenmek gerekir. Ama bu herkesin yapabileceği bir şey değildir. Bunun yerine finans dergileri okurlar, kitapları incelerler, internete göz atıp tüyo araştırırlar. Bu yollarla piyasanın nasıl işlediğini ve piyasaları nasıl algılamaları gerektiğini öğrenirler. Bu yöntemleri kullanarak karar vermeye çalışan küçük yatırımcılar sonunda kaçınılmaz olarak ekonominin başrol oyuncusu Homo Economicus'a dönüşür. Yani kendince tüm verileri inceleyerek maksimum getiri sağlayacak yatırım kararına dönüştüren rasyonel insan.

Basitçe özetlemek gerekirse, küçük yatırımcı aslında ekonominin Rasyonel İnsan dediği kişidir. Yatırım kararını sahip olduğu tüm bilgiyi değerlendirerek veren yalnız insan. Buna yönlendiren ise kişinin ahlaki değerleri yanında dünyayı kavrayış şekli ile piyasanın bireyselliği kışkırtıcı çalışma sistemidir. Küçük yatırımcı kendini finansal sistemin kıskacından korumaya çalışırken kendi geleceği için daha fazla sorumluluğun altına girer. Bilgi ve yeteneği ile varlıklarını arttırma isteği onu zor ve belirsiz bir geleceğe doğru yolculuğa çıkarır. İşte asıl soru buradadır. Küçük yatırımcı hayal ettiği geleceğe finansal açıdan nasıl ulaşacak?

Ekonominin başrol oyuncusu rasyonel insan Homo Economicus gelecekteki refahımızın sağlanmasından bizim dışımızda hiç kimsenin sorumlu olmadığı anlayışını içselleştirmiş bir kişiliktir. Ekonomik teorinin üzerine inşa edildiği Homo Economicus'un artık tahtı sallanıyor. Hem de şiddetli bir şekilde. Bundan böyle gelecekteki refahınızdan sizin dışınızda sorumlu bir kişi daha olacak. Kim mi? Finansal Planlama Uzmanı.

Kişilerin gelecek hedeflerini yakalamasına yardımcı olarak onun hayat standardını yükseltmeyi profesyonel görev edinen Finansal Planlama Uzmanları finansal piyasaların dört yüz yıllık işleyişini de yeniden düzenlemeye başlamış durumdalar. Finansal Planlama Derneği yılın başından bu yana bunun için çalışıyor. Artık yalnız değilsiniz. Herkesin bir Finansal Planlama Uzmanı olacağı günler çok yakın.

Unutmayın, geleceğinizden artık sadece siz sorumlu değilsiniz.

17 Kasım 2015 Salı

5 adımda FED uzmanı nasıl olunur?

Ekonomist Charles Wheelan, "Fed Başkanının tam olarak ne yaptığını dünyada bilen kaç kişi vardır?" sorusunu sorduğunda cevap veren pek çıkmamıştı. Bugün soru hala geçerliliğini korumaktadır. Eminiz ülkemizde cevap verebilecek birkaç kişiden fazla insan çıkmayacaktır. Hiç kimse Fed Başkanının tam olarak ne iş yaptığını bilmezken nasıl bu kadar çok insan Fed uzmanı olabiliyor öyleyse?

Ekonomi kanalları, gazeteler ve sosyal medya ABD Merkez Bankası Fed'in politikaları üzerine yorumlar yapan insanlarla doldu taştı. Sadece Fed'i konuşarak yorum yapan, Sadece Fed'i anlatarak makale yazan birçok ekonomistimiz var. Muhtemelen çoğu Fed konusunda uzmanlaşmış. Bunun dışında ekonomi yorumu yapmakta güçlük çekiyorlar. Kısacası ülkemiz Fed konusundan başka ekonomik yorum yapamayan Fed ekonomistleri yani Fedonomistler ile dolmuş durumda. Bunun nedenleri üzerine konuşacak değiliz. Ana ekonomik aktivitenin inşaat, ana finansal aktivitenin vadeli mevduat olduğu bir ülkede adamlar neyi yorumlayacak. Mecburen Fed'i anlatıyorlar. Onları eleştirecek değiliz. Eğer siz de ekonomi yorumları yapıyor ya da ekonomiyi yakından takip ediyorsanız ve hala Fedonomist olmadıysanız, işte size büyük bir fırsat. İyi bir Fedonomist olmanın rehberini küçük ve basit adımlar halinde açıklıyoruz.

5 adımda nasıl Fedonomist olunur?

1- Zekice bir giriş yapın
Fed konusundaki yorumunuza başlamadan önce konuya en az Richard Feynman, A.Einstein ya da Dostoyevski gibi zekice bir girişle başlamalısınız. Giriş cümleniz öyle Amerikanvari olmalı ki, ikinci dili Türkçe olan Wall Street'in finansçıları bile dinleyince "Ülen adam harbiden zeki, ses etmeyin dinleyelim!" demeliler. Tam olarak neden bahsettiğiniz kolayca anlaşılmamalı. Giriş cümlenize sağlam bir atıf da ekleyebilirseniz iyi bir Fedonomist adayısınız diyebiliriz artık. Mesela şöyle bir cümle tam size göre: "Peter Lynch'in şöyle bir sözü vardır: Bir ekonomistle 14 dakika konuştuysanız aslında harcadığınız süre 12 dakikadır."

2- Anlamı kendinden menkul kavramlar kullanın!
Gevşeme, sıkılaşma, genişleme, hızlanma, yavaşlama gibi yatak hikayelerinizi itiraf ederken kullandığınız sözcüklerin yanına yeni kavramlar eklemeyi bilmelisiniz. Devir artık değişti. Fed yorumcusu olmak için libido entellektüelliğiniz yeterli olmayabilir. Yeni kavramlara ihtiyacınız var. Siz izolasyoncu Fehmi, bobinajcı Recai ya da rektifiyeci Tahir değilsiniz, ekonomi yorumu yapan bir uzmansınız. O nedenle kullandığınız sözcükler de uzmanlara yakışır olmalı. Mesela şöyle: "Transitory effect'ler artıyor, Fed kararları daha güvercin olabilir." (Transitory effect ve güvercin kavramları ABD'de entellektüel ekonomistlerin kullandığı kavramlardan bazıları.)

3- Bilimsel bir modeli üstünkörü yorumlayın
Anlaşılabilir şekilde yorum yapmanız iyi bir Fedenomist olmanız için yeterli değildir. Araya mutlaka bilimsel bir model almalı ya da az bilinen bir orana atıf yapmalısınız. Çünkü entellektüel seviyeniz düşük bulunmamalı. Siz dünyanın en iyi Fedonomistisiniz ve bu böyle biline. Mesela şöyle demelisiniz: "FRB/US modeline göre kısa dönemde enflasyona sebep olmadan gerçekleşen büyüme oranı beklentisi düşürüldü."

4- Fed Başkanını çaktırmadan "ev hanımı" ilan edin
Yorumlarınız öyle güçlü olmalı ki, görenler Janet Yellen 50 yıldır prestijli kurumlarda çalışan ekonomist değil de ütü yapan bir ev hanımı, sizse asgari ücret artı yemek artı primle çalışan üç yıl tecrübeli foreks şirketi çalışanı değil de 40 yıllık Fed başdanışmanı demeliler. Alınma şekerim, sana demedim, Yellen'e çakıyorum. Ne diyorduk, mesela şu cümle tam size göre: "Bu nedendendir ki Aralık ayında alabileceği faiz artırımı kararı Fed için en doğru tarihtir." İşte bu! Adamlar 2013 Mayısından beri çalışıyor, bizim yorumcumuz doğru tarihi şak diye yazmış. "Türk gibi bilgili!" diye boş yere dememişler. (Yorum bir ekonomi sitesindeki bir köşe yazısından alınmıştır.)

5- Yorumunuzun üstüne bir tutam mizah ekleyin
İkinci dili Türkçe olan Amerikalı hedge fon yöneticileri de sizi dinliyor olabilirler. Mizah yeteneğinizi gösterirseniz tam bir entellektüel olduğunuza kanaat getirebilirler. Espriniz alışılmadık, yukarıdan bakan, bulanık ve halkın anlayamayacağı bir tarzda olmalı. Mesela şöyle: "Fed faizi arttırmazsa yöneticileri 0-1-3 kulübü üyesi olmaya devam edecekler. Yüzde 0'la borç ver, piyasa yüzde 1 ile kredi versin, öğleden sonra 3'te soluğu golf sahasında al."

Artık fedonomist oldunuz. İşte ilk yorumunuz:
"Peter Lynch'in şöyle bir sözü vardır: Bir ekonomistle 14 dakika konuştuysanız aslında harcadığınız süre 12 dakikadır. Transitory effect'ler artıyor, Fed kararları daha güvercin olabilir. FRB/US modeline göre kısa dönemde enflasyona sebep olmadan gerçekleşen büyüme oranı beklentisi düşürüldü. Bu nedendendir ki Aralık ayında alabileceği faiz artırımı kararı Fed için en doğru tarihtir. Fed faizi arttırmazsa yöneticileri 0-1-3 kulübü üyesi olmaya devam edecekler. Yüzde 0'la borç ver, piyasa yüzde 1 ile kredi versin, öğleden sonra 3'te soluğu golf sahasında al."

16 Kasım 2015 Pazartesi

İşsiz kalmak istemiyorsan sakın üniversiteye gitme!

Aileler büyük umutlarla çocuklarını üniversiteye gönderiyorlar. Yüksek öğretim diploması olmadan iş bulmak gerçekten çok zor. Gelişen bir ülkede üniversiteler de gelişiyor. Her yıl yeni üniversiteler açılarak daha fazla gencin üniversitelerden mezun olması sağlanıyor. Dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birinde işgücü piyasası da gelişiyor hiç şüphesiz. Peki ne yönde?

Üniversite okumak iş bulmanın olmazsa olmaz bir kuralı olarak görülüyor. Aileler büyük maddi çabalarla çocuklarını üniversiteye gönderme telaşındalar. İşin zor bulunduğu bir ülkede hiç şüphesiz bu çok önemli bir husus. Üniversite okumamak işsizlik riskini de arttırıyor. Ne dersiniz, sizce de öyle mi?

Büyük umutlarla üniversitelere giden gençler ve onların umut dolu aileleri için yanıtı vererek başlayalım. Türkiye'de üniversite okumak iş bulma ihtimalinizi değil, işsiz kalma ihtimaliniz arttırıyor. Nasıl mı?

Yüksek öğrenim istatistiklerine baktığımız zaman her yıl üniversitelerimizden yaklaşık 600 bin üniversiteli mezun oluyor. Geçen yılki verilere göre 648.535 kişi mezun olmuş. Bu şu anlama geliyor. Bu insanlar zevk için okumadıklarına göre, onlara iş lazım. Yani 600 bin civarında üniversite mezunu çalıştıracak yeni işe ihtiyacımız var. Peki, bu işleri yaratabildik mi?

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) verilerine göre 2013 yılında ülkemizdeki işlerin 5.913.187 adedi üniversite mezunu çalıştırıyor. Yani başka bir ifadeyle üniversite mezunu gerektiren iş sayımız 2013'te yaklaşık 5,9 milyon. Basit bir hesaplama yaparsak, üniversiten yeni mezun olan 650 bin kişinin hepsinin iş bulabilmesi için üniversite mezunu personel gerektiren iş sayısının 650 bin artması gerekiyor. Emeklilik ve diğer sebeplerle bu sayı makul bir seviyede daha az olabilir elbette. Kaba bir tahminle en az 500 bin seviyelerinde yeni iş yaratmalıyız ki, mezunlarımız iş bulabilsin. Bu da 2014'te toplamda 6,4 milyon seviyelerinde üniversite mezunu istihdamı anlamına geliyor. Peki ne olmuştur dersiniz?

TÜİK'in 2014 yılı verilerine baktığımızda, üniversite mezunu istihdamımız 5.691.000 kişi. Yani bırakın yeni iş yaratmayı, üniversite mezunu gerektiren işlerden 220 binini kaybetmişiz. Ya da başka bir deyişle üniversite mezunlarımızın tamamı teknik olarak iş bulamamış. Rakamlar gerçekten çok vahim.

Bundan sonraki dönemde üzerinde mutlaka durulması gereken konulardan biri bu olmalı. Yüksek öğrenim gerektiren iş sayısının mutlaka arttırılması gerekiyor. Eğer bu arttırılamayacaksa vasıfsız üniversite açılışı ya durdurulmalı ya da yavaşlatılmalı. Her şeyi birilerinden bekleyen eleştiri kabiliyetini yitirmiş bir toplum için umut tacirliğinden artık vaz geçilmeli. Ya da çocuklarını üniversiteye göndererek işsiz kalma ihtimalini arttırdıkları ailelere açıkça anlatılmalı.

Kısaca özetlemek gerekirse, rakamlar her şeyi anlatıyor: İşsiz kalmak istemiyorsan sakın üniversiteye gitme!

5 Kasım 2015 Perşembe

CNBC-eeeeeeeeee?

İki ekonomi kanalımızdan biri bugün yayın hayatına son verdi. CNBC-e artık ekonomi haberi veremeyecek. Finans merkezi olma yolunda ilerleyen ve dünyanın en büyük 16. ekonomisi olan ülkemiz için son derece olumsuz bir haber. Kanalın kapanışına giden yolda birçok sebep etkili olmuştur mutlaka. Bunları tekrar belirtmeye hiç gerek yok. Fakat bize göre bu sebeplerin hiçbiri gerçek sebep değil. Asıl sebep ekonomi haberciliğimizin son derece güçsüz temeller üzerine inşa edilmesidir. Nasıl mı?

Ekonomi haberciliği ekonomi haberi gerektirir. Yani ekonomi yayıncılığı yapmak istiyorsanız öncelikle ekonomi haberine ihtiyacınız var. Peki, ekonomi haberini nereden bulacaksınız? Elbette ki ekonomi gazetecilerinden. Ekonomi gazetecileri ekonomi haberi yapacaklar, ekonomi kanalları da bu haberleri yayınlayacak, yorumlayacak ve görevlerini yerine getirecekler. Gelin şimdi ekonomi gazeteciliğimizin durumuna bakalım.

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2014 yılı verilerine göre yazılı medya alanında faaliyet gösteren 2.944 gazete ve 4.176 dergi bulunuyor. İnternet üzerinden yayın yapan yazılı medya sayısı ise 3.852 adet. Yani ülkemizde basılı ve internet üzerinden yayın yapan toplam 10.972 yazılı medya kuruluşu bulunuyor. Şüphesiz bunların çok azını ekonomi basını oluşturuyor ama ekonominin spordan sanata, politikadan kültüre kadar her alana girdiği düşünülürse, ekonomisiz bir medya düşünmek artık mümkün olamıyor. Peki bu medya kuruluşlarında kaç tane ekonomi gazetecisi bulunuyor?

TÜİK verilerinden bu rakama ulaşılamıyor. Bunun yerine ekonomi muhabirleri ve gazetecilerini tek bir çatı altında toplayan Ekonomi Gazetecileri Derneğinin (EGD) verilerini referans olarak veriyoruz. EGD'nin verilerine göre derneğin 600 civarında kayıtlı üyesi bulunuyor. Yani bir anlamda ülkemizdeki kayıtlı ekonomi habercisi sayısı 600 kişi. 10.972 yazılı medya kuruluşunda çalışan toplam 600 ekonomi gazetecisi. Dünyanın 16 büyük ekonomisinden biri olan ülkemizde toplam 600 ekonomi gazetecisi. Londra ve Newyork gibi finans merkezi olacağını düşünen bir ülkede 600 ekonomi gazetecisi. Minimalist bir çalışma olmuş!

Şimdi kaba bir hesaplama yapalım. 10.972 yazılı medya kuruluşunda toplam 600 ekonomi gazetecisi çalışıyor. Yani 18 medya kuruluşuna 1 ekonomi gazetecisi düşüyor. Lafı uzatmaya hiç gerek yok. Bu sayıda gazeteciyle bir finans merkezi değil ancak zavallılık merkezi olunur.

İşte, CNBC-e gibi ekonomi kanallarının zayıf temeli budur. Ekonomi gazetecisinin olmadığı bir ülkede ekonomi haberciliği de olmaz. Olmadığı için de şirketlerin hevesli konuşkanları ile üniversitelerin tembel akademisyenleri bu kanalları CV'lerine malzeme ederler. Türkiye'yle ilgili haber yapılamadığı için sabaha kadar Fed, altın ve dolar tartışılır. Gerçek ekonomi haberi bulamayan bir televizyon kanalı bu yorumcularla daha da sürrealist hale gelir ve sonunda ahkam kesme yayıncılığına döner. Söylenenler hiç kimseye somut fayda getirmeyeceğinden reklam gelirleri düşer ve bir gün gelir kanal kapatılır.

Kısacası, CNBC-eeeeeeeeeeee?

4 Kasım 2015 Çarşamba

Anket şirketleri neden çuvalladı: FreakANKETonomics!

Son yılların en çok satan ekonomi kitabı açık ara Freakonomics. S.Levitt ve S.Dubner'in tüm dünyada 6 milyon satan kitabı ülkemizde de Görünmeyen Ekonomi adıyla yayınlanarak büyük bir başarı elde etti. Dünyanın nasıl işlediğini ekonomi bilimi ile anlatan son derece yaratıcı bir kitap. Öğretmenler ve sumo güreşçilerinin ortak noktası, Ku Klux Klan neden emlakçıya benziyor, mükemmel ebeveyn nasıl olunur, uyuşturucu satıcıları neden anneleriyle oturur gibi çok zor sorulara ekonomi biliminin bakış açısıyla son derece doğru cevaplar veriliyor. Gerçekten övgüye değer bir kitap.

Tüm çevrelerin hayranlığını kazanan kitaba en can alıcı eleştiri ekonomist P.Roscoe'den gelir. Her sorunun yanıtı ekonomi bilimi ile verilebilir yaklaşımına Roscoe'nin eleştirisi herkese bildiğini unutturacak türdendir. Kısaca şunu söyler: "Soruyu ekonomi biliminin cevaplayacağı gibi sorarsan ekonomi bilimi bunu kolayca yanıtlar. Önemli olan soruyu doğru sormaktır."

Bu gözle bakıldığında Freakonomics'in cevapladığı soruların ekonominin cevaplayabileceği şekle döndürüldüğü açıktır. Öyleyse asıl mesele soruyu doğru sormaktır.

Son günlerin popüler konusu anket şirketlerinin başarısızlığı. Seçim sonuçlarını tutturamayan anket şirketleri herkesin dilinde. Başarısızlığın ekonomik, sosyolojik ya da psikolojik nedenleri ayrıntısıyla sıralanıyor. Bu tam da Freakonomics'in yaptığı şey. Yani bu cevaplar aslında doğru soruyu gözden kaçırmamıza neden oluyor. Peki doğru soru ne?

Anket şirketleri muhtemelen anket yaptıkları kişilere şu soruyu sormuşlardır: "Hangi partiye oy vereceksiniz?" Ne dersiniz, sizce bu doğru soru mu?

Yanıtı bulmak için hikmetinden sual olunamayan istatistik biliminin yasal makamı Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) istatistiklerine baktık. TÜİK, halkımıza basit sorular sormuş ve halkımızın özelliklerini belirlemiş. İşte bu sorulara gelen yanıtlar ve halkımızın genel tutumu. (Tüm anketler 2014'te yapılmıştır.)


1- Çevre ve doğa sorunlarıyla ilgilenir misiniz?
Bu soruya halkımızın %25'i ilgisizim yanıtını vermiş. 2013 yılına kadar bu oran %40'lar seviyesinde iken 2014'te %25'e gerilemesi şaşılacak bir başarı. Bununla birlikte halkın %4'ü konu hakkında fikrinin olmadığını belirtmiş. Yani neden bahsedildiğini bile anlamamış. Özetle, çevre ve doğa sorunları halkın %29'unun umurunda değil.

2- Ekonomi ile ilgilenir misiniz?
Ekonomide istikrara önem veren halkımızın ilgisinin yüksek olması düşünülen bir alan. Ama gelen yanıtlarda halkın %50'si ilgisiz olduğunu belirtmiş. %4 ise konudan bihaber. Özetle, ekonomik konular halkın %54'ünün umurunda değil.

3- Bilim ile ilgilenir misiniz?
Bu soruya halkımızın %50'si ilgilenmiyorum yanıtını vermiş. %5 ise fikrinin olmadığını belirtmiş, yani "konuya Fransızım" demek istemiş. Özetle, bilimsel konular halkın %55'inin umurunda değil.

4- Spor ile ilgilenir misiniz?
Bu soruya halkımızın %55'i ilgisizim yanıtını vermiş. Konudan haberi olmayanlar ise %3. Özetle, spor ile ilgili hususlar halkın %58'inin umurunda değil.

5- Kültür ve sanat faaliyetleri ile ilgilenir misiniz?
Bu soruya halkımızın %56'sı ilgisizim yanıtını vermiş. Halkın %4'ü ise neden bahsedildiğini anlamamış. Özetle, kültür ve sanat faaliyetleri ile ilgili hususlar halkın %60'ının umurunda değil.

6- Siyaset ile ilgilenir misiniz?
Konu oy vermek olduğuna göre halkımız muhtemelen bu konuda ilgilidir diye düşünebilirsiniz. Bu soruya halkımızın %57'si ilgisizim yanıtını vermiş. %4 ise konuya Fransız. Özetle, siyaset ile ilgili hususlar halkın %61'inin umurunda değil.

7- Sendika ve dernek faaliyetleri ile ilgilenir misiniz?
Bu soruya halkımızın %80'i ilgisizim yanıtını vermiş. %6 ise neden bahsedildiğini bile anlamamış. Özetle, sendika ve dernek faaliyetleri ile ilgili hususlar halkın %86'sının umurunda değil.

8- Din ile ilgilenir misiniz?
Halkımızın yanıtı %90 evet.

Sonuçları kısaca yeniden özetleyelim. Halkın %29'u çevre ve doğa sorunlarına, %54'ü ekonomiye, %55'i bilime, %58'i spora, %60'ı kültür ve sanat faaliyetlerine, %61'i siyasete, %86'sı sendika ve dernek faaliyetlerine ilgi duymazken %90'ı dini konulara son derece ilgili.

Bir insanı insan yapan çevre, doğa, ekonomi, bilim, kültür, sanat, siyaset, sendika ve dernek konularına ilgisiz bir halktan "Hangi partiye oy vereceksiniz?" sorusuna doğru yanıt vermesi bekleniyor. Çok komiksin!..

Özetle, anket şirketlerinin neden başarısız olduğuna yönelik açıklamalar gerçeği yansıtmıyor. Çünkü soru hatalıdır. Yaşadığı dünyanın farkında olmayan, birey olarak farkındalığını yitirmiş, insan olmanın tüm değerlerinden uzak, hayatın anlamını kavrayamamış böyle bir topluluğu sorulacak soru aslında şu olmalıydı: Twitter'a "derdini seveyim" butonu ister miydin?

3 Kasım 2015 Salı

Hane halkı borcu aşkı öldürüyor!

Daha iyi bir toplum yaratmak yerine, var olan toplum içinde kendi konumumuzu iyileştirmek için çabalayıp durdukça mutsuzluğumuz da giderek artıyor. Sistematik olarak korunan spekülatif balonlar olmadan ayakta kalması imkansız kağıttan kuleler inşa ettikçe memnuniyetsizliğimiz de büyüyor. Daha fazla değil daha az yemenin yollarını arıyoruz ve tarihte ilk kez yoksullar zenginlerden daha şişmanlar. Açıkçası artık mutlu değiliz.

İş hayatı, sosyal hayat, politik hayat ya da kültürel hayat derken bir türlü mutlu olamayanlar evlenirsek mutlu oluruz diye düşünebilirler. Şüphesiz evlilik güçlü bir mutluluk kaynağı ama TÜİK istatistiklerine baktığımız zaman gördüğümüz bunun tam tersi. 2003 yılında evliliğinden "Çok memnun" olanların oranı %30 iken 2014'te bu oranın %17'ye düştüğünü görüyoruz. Yaklaşık 38 milyon evli insan olduğunu düşünürsek kabaca bir hesaplamayla son on yılda 5 milyon kişi daha artık evliliğinden çok memnun değil. 5 milyon kişi oldukça yüksek bir rakam. Peki ama neden?

Aslında yanıtı herkes biliyor ama biz yine de söyleyelim: Para denen toplumsal entrika yüzünden!

Hane halkı borçları 2003 yılında 12 milyar TL ilen 2014'te 332 milyar TL seviyelerine yükselmiştir. Yani 28 kat artmıştır. Hane halkı borcu kaba bir tanımlamayla para sanarak aldığımız banka kredileri ile yarattığımız borca diyoruz; anne, baba, kardeş olarak. Öte yandan bu süreçte kişi başına milli gelirimiz sadece iki kat artmıştır. Kıyaslama yaparsak, borcumuz 28 kat artarken varlığımız 2 kat artmıştır. Öyleyse yeniden soralım: Bu kadar yüksek bir hane halkı borcunun evlilikte mutluluk bırakması olası mıdır?

Elbette ki hayır. İşte, durum bundan ibaret. Son on yılda evliliğinden çok memnun olmayan 5 milyon insan daha yaratmışız. Bu sayıya ortalama iki çocuk da eklersek 10 milyon kişiye ulaşıyoruz. Gerçekten çok düşündürücü.

Fransız ekonomist P.Rospabe'ye göre paranın ilk kullanıldığı yer evliliklerin ayarlanmasıydı, yani "başlık parası" da diyebileceğimiz gelinin fiyatı. Para maalesef başladığı yeri terk edemiyor. Bugün aile krizini yaratan hane halkı borcu olarak kapımıza dayanmış durumda. Üstelik bu kez mutsuzluğu da başımıza musallat ederek. Kısacası hane halkı borcu aşkı öldürüyor!

2 Kasım 2015 Pazartesi

Bu ülkenin en güzel istatistiği!

Dilbilimin belki de en önemli saptamasını 1955 yılında İngiliz filozof John Austin yaptı. How to do things with words (İşler kelimelerle nasıl yapılır) adlı kitabında hayranlık uyandıran tespitini şöyle özetliyordu: Kelimeler, yapar; harekete geçer ve dünyaya müdahale ederler.

Austin'in ileri sürdüğü tez tartışılmayacak bir farkındalık keşfiydi. Basitçe şunu diyordu. Mesela "teşekkür ederim" ifadesi ne ispatlanabilir ne de çürütülebilir. Ama basit bir gerçekle söylendiği için dünyanın durumunu değiştirir.

Kavramların bu ispatlanamaz ve çürütülemez yapıları içlerinde şeytani bir özellik daha taşır: Gerçek olmamaları. Tıpkı şu cümledeki gerçek dışılık gibi: Anne olmak dünyanın en güzel şeyi... Nasıl yani, annelik kötü mü? Evet, hem de çok... Nasıl mı?

Anne olmanın neden dünyanın en güzel şeyi değil de en "kötü" şeyi olduğunu merak ediyorsanız ve bunun 2014 yılındaki 317 nedenini öğrenmek istiyorsanız, şimdi açıklıyoruz.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2009 yılından bu yana doğum istatistiklerini yayınlıyor. Rakamlara makul bir duygu seviyesiyle göz atınca çarpıcı bir durumla karşılaşıyorsunuz. Ülkemizde 15 yaş ve altında anne olan insan sayısının 2014 yılında 317 olduğunu görüyoruz. 15 yaşına gelmeden anne olan tam 317 kişi. Bunun adı anne olmak değil, olsa olsa "kıyamet" olabilir. Kendisi çocuk olan birinin anne olması asla dünyanın en güzel şeyi olamaz.

Bu kadar üzücü bir istatistiği sevindirici bir gerçekle vurgulamak daha yerinde olacaktır. Ülkemizde 2009 yılında 15 yaşından küçük anne olanların sayısı 956 idi. Yani son beş yılda bu oran üçte bir seviyesine düşmüştür. İşte bu gerçekten sevindirici bir durum. Bu oranın düşmesinde emeği olanları gerçekten kutlamak gerekiyor. Bu çocukları evlilik yerine okula gönderen kurum, kuruluş ve kişilere bu ülke ne kadar teşekkür etse azdır.

John Austin'in dilbilimsel keşfi bugün dil becerisi olanların safsatalarına yenik düşmemek için de başarılı bir koruyucudur; elbette fark edebilene. Annelik konusuna gelince, anne olmak dünyanın en güzel şeyidir ama 15'inde değil.

15 yaşından küçük anne olanların sayısındaki azalış hiç şüphesiz bu ülkedeki en güzel istatistiktir. "Kıyamet günü sayısı üçte iki azaltılmıştır."

Emeği geçenlere minnettarız.