15 Mayıs 2016 Pazar

Enflasyon liginde 135. sıradayız!

Merkez Bankası başkanlarının ne iş yaptığını tam olarak açıklayan bir bilgiye ekonomi kitaplarında pek rastlayamazsınız. Bilinen çok az şeyden biri telefonu kaldırarak kısa vadeli faiz oranlarını indirme yetkisine sahip olduğudur. Zaten bu aralar bizi ilgilendiren kısmı da bu. Peki indirim olacak mı?

Faiz indiriminin önündeki en önemli engel her zamanki gibi enflasyon. Ülke bir türlü enflasyon sorununu çözebilmiş değil. Yıllar itibariyle nominal değerler azalış gösterse de global perspektifte bakıldığı zaman hala çok yüksek bir enflasyon oranına sahibiz. Daha açık şekilde söylersek dünyanın en yüksek enflasyon oranlarından biri maalesef bizde. Şekeri karneyle aldığı günleri hatırlayıp o tarihten sonra dünyadaki ve ülkesindeki gelişmeleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirme kudretinden mahrum kalmış birçok vatandaş için enflasyon canavarını yendik masalı anlatılıyor ama gerçek hiç de öyle değil.

Dünya Bankası 2015 yılı enflasyon oranlarını geçtiğimiz günlerde yayınladı. Şu ana kadar enflasyon oranını bildiren ülke sayısı 155. Bu 155 ülkenin enflasyon oranlarına karşılaştırmalı olarak baktığımızda ne kadar kötü bir enflasyon oranına sahip olduğumuzu daha yakından görüyoruz. 2015 yılı itibariyle belirlenen enflasyon oranımız %7,7 seviyelerinde.Bu rakam, enflasyon oranları düşükten yükseğe doğru sıralandığında 135. sırada yer alıyor. Yani dünyanın en düşük 135. enflasyon oranına sahibiz. Bizden daha yüksek enflasyon oranına sahip olan sadece 20 ülke yer alıyor. Tablo 50 yıl, 30 yıl ya da 15 yıl öncekine göre daha iyi değil maalesef.

Kısaca özetlersek enflasyon liginde 135. sıradayız. Bizden daha yüksek enflasyon oranına sahip sadece 20 ülke var. Onların da haritada yerini bulmak gerçekten zor. Görünen o ki, şekeri karneyle aldığımız günlerden bugüne değişen tek şey şekeri karnesiz aldığımız. Yani enflasyon yine yüksek, yine yüksek.

Bu tablo itibariyle açık olan tek bir şey var. Faiz oranını bir telefonla indirebilirsiniz ama enflasyonu indiremiyorsunuz maalesef.

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Troll denilen yaratığın 6 kişilik bozukluğu!

Hayatımızda yeteri kadar dezenformasyon yokmuş gibi bir de "troll" denilen bir yaratıkla karşı karşıyayız. Sosyal medyada karşılaştığımız bu insanların tipik davranış özelliği düşüncesini kişisel menfaat uğruna satabilme yetenekleri. Herhangi bir düşünceyi bir çıkar karşılığı savunarak o düşünceye hizmet etmek gibi bir anlayışla çalışırlar. Sonuçta hizmet ettikleri şey dezenformasyon olsa da eleştirel yeteneği gelişmemiş insanlar için yönlendirici olma ihtimalleri yüksektir. Peki troll denilen bu yaratığı tanıyor muyuz?

Sosyal medyada hemen her gün karşılaştığımız bu yaratıkla ilgili açıklayıcı bir bilgiye maalesef sahip değiliz. O nedenle bu tuhaf yaratığı daha iyi tanımak için bir kılavuz hazırladık. Kişilik özelliklerini ve davranış şekillerini açıkça tanımladık. Hala troll olmak isteyenler varsa aşağıdaki kılavuz fazlasıyla yeterli olacaktır.

Troll denilen yaratığın 6 kişilik bozukluğu:

1- İnternete Bağımlılık Bozukluğu
Başarılı bir troll olmak için ilk şart internete bağımlılık bozukluğu (Internet Addiction Disorder) denilen rahatsızlığa sahip olmanızdır. Webkolikler, multimedya bağımlıları ve siberpunkların ortak hastalığıdır bu. Aşırı internet kullanımı zihni çöp kutusuna çevirerek bilginin gerektiğinde müspet bir amaç için kullanımının önüne geçer. Bu rahatsızlığa sahip insanlar bilgiyi kullanma becerisinden uzaktırlar. Çünkü bir zihne ya da hafızaya değil fikirlerin gereksiz eşyalar gibi tıkıldığı çöp kutusuna sahiptirler. Düşüncelerin kontrollü şekilde yayılımını sağlayamazlar. Kısaca beyinsel işleyiş bozukluğuna sahiptirler diyebiliriz.

2- Kinetozis
Başarılı bir troll olmak için ikinci şart kinetozis denilen rahatsızlığın benzer bir formuna sahip olmaktır. Halk arasında taşıt ya da deniz tutması denilen bir fenomen vardır. Gözlerden iletilen verilerle iç kulaktaki denge merkezinde üretilen verilerin uyuşmaması sonucu oluşur. İşte, troll denilen bu yaratıkta da benzer bir rahatsızlık söz konusudur. Düşündüğü ile yaydığı bilgi uyuşmaz. Anlık ileti rahatsızlığı diyebileceğimiz bu kinetozis türü internet ağlarına bağımlı cankiler arasında sıklıkla görülür. İnternetin bilgi otoyollarına saatlerce tek başına takıldıkları kendi odalarından kontrolsüzce giren yaratıklardır.

3- Teknolojik Ototomi
Ototomi, hayvanların bir veya daha fazla uzvunu bilerek kaybetmesi anlamına gelir. Arılardan kertenkelelere kadar birçok hayvan belli bir strateji uğruna organlarını feda ederler. İşte, troll'lerde de teknolojik ototomi diyeceğimiz bir sendrom vardır. Feda ettikleri şey sadece düşünceleri değil aynı zamanda insanlık onurudur. Teknolojinin verdiği imkanları kullanarak düşüncelerini ve insanlıklarını feda ederler. Bunun karşılığında sağladıkları çıkarla da ayakta kaldıklarını düşünürler.

4- Olgunluk yoksunluğu
Çağdaş insanları tanımlayan en etkili koşul olgunluk eksikliğidir. Düşünsel, cinsel, duyusal ve psikomotor bozukluk olarak kendini gösterir. Teknolojik kusurların mantıksal sonucu olarak ortaya çıkan bu kusurlar troll denilen yaratıklarda diğerlerine göre son derece yüksektir. İnternetin inorganik kültürü, insanın olgunluktan yoksun troll halini kışkırtmakta ve açığa çıkartmaktadır.

5- Ilse Koch romantizmi
Nazi kamplarında 50 bin kişiyi öldürmekten sorumlu bulunan Ilsa Koch adlı sarışının sahip olduğu romantizme sahip olmadan başarılı bir troll olamazsınız. İnsanlık tarihinin en acımasız kadınlarından biriydi Koch. Dövmeli vücutlara düşkünlüğü nedeniyle öldürttüğü esirlerin derilerindeki dövmeleri kesip çanta, eldiven, gece lambası ve işlemeli iç çamaşırı yapardı. Troll denilen yaratığın düşünce şekli de Koch'tan farklı değildir aslında. Her şeyi yadsıyan bir aklın savunduğu düşünce dövmeli insan derisinden yapılan iç çamaşırından daha iğrenç olamaz herhalde.

6- Seks-kültür-reklam kompleksi
İşte, asıl sorun budur. Bir troll'ün kişisel bozuklukları ne olursa olsun bir toplumu bir arada tutan değerler yok olduysa yapılacak bir şey kalmamış demektir. Fransız filozof Paul Virilio'nun "seks-kültür-reklam kompleksi" dediği bozukluk bunu oldukça güzel açıklar. Birçok kişi tarafından fazla sayıda işlenen, fakat asla cezalandırılmayan, belirli bir suç ya da kötülükle de ilintilendirilmeleri imkansız olan kötülükler sıradanlaştı mı o toplum yok olmaya başlamış demektir. Bu, Alman filozof Hannah Arendt'in Kötülüğün Sıradanlığı adlı başyapıtında anlatığı şeyden farklı bir şey değildir.

Bir troll için söylenmesi gereken tek şey şudur aslında: Attığı her adım insanlık için küçük ama insandışılık için çok büyük bir adımdır.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Türk'ün üstüne Davranışsal Finansçı olmadığını gösteren 5 teori!

Davranışsal Finans son dönemlerin moda konusu. Konferanslar, seminerler, toplantılar ve daha birçok ortamda hep ondan bahsediliyor. Ülkemizin önemli finansçıları ve akademisyenleri herkese davranışsal finansı öğrenmeyi öneriyorlar. Diyorlar ki; eğer kişilerin finansal kararlarını alırken hangi hataları yaptığını öğrenirseniz, doğru yatırım kararları verirsiniz. Haksız sayılmazlar. Peki ama Türk insanına özgü davranışsal finans bilgilerine nereden ulaşacağız?

İşte, sorun burada. Türk insanına özgü, Türk yatırımcısının karar verme psikolojisini ve hatalarını açıklayan ne bir kitap ne de elle tutulur bir makale bulabiliyorsunuz. Anlı şanlı akademisyenlere sorsan, "Ariely okuyun, Shiller, Akerlof, Kahneman okuyun vs." diyorlar. Finansçılara sorsan, "Kayıptan kaçınmaymış, sürü psikolojisiymiş, oymuş, buymuş" diyorlar. Ülen, gerizekalılar, madem söyleyecek iki satır lafınız yok, elalemin bilmemnesiyle...

Neyse, finans akademisyenlerimizin şapşallığını ve önder finansçılarımızın beceriksizliklerini bir tarafa bırakalım ve davranışsal finansın Türk yatırımcısında nasıl çalıştığını anlatan basit bir model oluşturalım. Böylece davranışsal finansın neden önemli olduğu ve yatırım kararlarını nasıl etkilediğini açıkça göstermiş oluruz. Hatta belki akademisyenlerimizi "Ramazan davulcusu" rolünden çıkarıp araştırma yapmaya, finansçılarımızı "tellal" rolünden çıkarıp konuyu anlamaya sevketmiş oluruz.

Davranışsal finansın dünyadaki en önemli temsilcisi Türk yatırımcısıdır. Bir hisse senedi yatırım kararını nasıl verdiğini ve süreci nasıl sürdürdüğünü inceleyerek bunu daha yakından anlayabiliriz.

Türk'ün üstüne davranışsal finansçı dünyada yoktur. İşte bunun 5 kanıtı:

1- Yüküm gider Antep'e, gönlüm gider Johnny Deep'e!
Her şey Türk yatırımcısının yatırım kararı vermesi ile başlar. Yatırım kararı vade, risk ve getiri perspektifinde değerlendirilmesi gereken bir konudur. Ne kadar risk alacağınız, nasıl bir vadede yatırım yapacağınız ve ne kadar getiri beklediğiniz yatırım kararının oluşmasını tetikleyen önemli konulardır. Davranışsal finans bilimi Beklenti Teorisi denilen teoriyle konuya yaklaşır. Oysa bizim masum Türk yatırım kararını şöyle verir: "Bizim Enver Abi 2 ayda parayı 4'e katladı, gel sana şu kağıdı alalım," diyen adamın yönlendirmesiyle. Modern dünyanın Beklenti Teorisi dediği fenomene bizim oralarda "Yüküm gider Antep'e, gönlüm gider Johnny Deep'e" derler.

2- Sekse ihtiyacım yok, zaten hayat beni her gün seviyor!
Yatırım yapmaya karar veren Türk ikinci aşamada hangi hisse senedine yatırım yapacağına karar verir. Modern dünyada bu iş analizler yaparak, raporlar okuyarak ve danışmana sorularak yapılır. Bilişsel uyumsuzluktan aşırı iyimserlik haline kadar birçok hatanın yapılabileceğini söyler davranışsal finans bilimi. Ama bizim masum Türk'ün umurunda değildir. O şöyle karar verir: "Amcaoğlundan çok sağlam tüyo aldım, o da borsacı kayınçosundan almış. Parayı vurcaz evelallah!" Bu tür düşünce hatasına "Sekse ihtiyacım yok, zaten hayat beni her gün seviyor," diyoruz.

3- Nobody died when Clinton lied!
Yatırım kararının verilmesinden sonra üçüncü aşama portföy çeşitlendirmesi denilen karardır. Kısaca tüm yumurtaları aynı sepete koymamak anlamına gelir. Yatırım kararına ne kadar güvenilse de piyasalara çok fazla güvenmemek gerekir. Davranışsal finans bilimi aşırı güven teorileri ile konuyu anlamlandırmaya çalışır. Ama bizim masum Türk şöyle düşünür: "ABC hissesine tüm parayı yatırıp parayı 5'e katlıyacağız. Diğer kağıtlara yatırıp karımızı düşürmeyelim. Enayi miyiz?" İşte, bu tür bir vurdumduymazlığa ve aşırı güvene dünyada bir tek buralarda rastlayabilirsiniz. Üçüncü davranışsal finans teorimize "Nobody died when Clinton lied" diyoruz.

4- Şimdi bu borsayı düzene mi sokmalı; yoksa üzene mi?
Her tür yatırım kararı kayıp ihtimalini içerir. İşler başta düşünüldüğü gibi gitmediği zamanlar olur ve hisse senedi düşmeye başlar. Modern dünya buna stoploss (zararı kes) der. Yani başta öngörülen bir kayıp senaryosunda zararı durdurmak gerekir. Böylece büyük zararların önüne geçilir. Davranışsal finans statüko ve sahiplenme eğilimleri gibi teorilerle yapılan düşünce hatalarını çözmeye çalışır. Oysa bizim masum Türk şöyle düşünür: "Hakkımızda hayırlısı olsun, sabrın sonu selamet!" Böyle iyi niyetli düşünen birine kızılabilir mi hiç? Kıyamam sana ben! İşte, bu davranışsal finans hatasına "Şimdi bu borsayı düzene mi sokmalı; yoksa üzene mi?" diyoruz.

5- Evlenip de gideceğime balayına, evlenmem giderim alayına!
Yatırım kararları sonrası tüm yatırımını kaybeden insanlar dünyanın hemen her yerinde benzer tepkiler verirler. Davranışsal finans kısaca bunlara "oyuncu-seyirci etkisi" der. İnsanların kendini değil de daima başkalarını suçladıkları bir durumdur bu. Bizde de buna benzer bir durum vardır. Kaderden borsa lobisine, amcaoğlundan karşı hamle yapan yatırımcılara kadar herkes suçlanır. Türk yatırımcısına özgü bu davranış hatasına, " Evlenip de gideceğime balayına, evlenmem giderim alayına" diyoruz.

İşte, davranışsal finans kısaca böyle çalışır. Yani yatırımcılar hata yaparlar, sonra tekrar ederler.