18 Haziran 2017 Pazar

Ceymi, yemek yapıyorsa piyasa yorumu da yapabilir mi?

"Stand up Ekonomi" yaptığımızı duyan Knidoslular, "Gösterileriniz için tiyatromuz her zaman emrinizde," diyerek davet etme nezaketi göstermişler.
Büyük tiyatroları seviyorum aslında. Gösterilerimiz seyircisiz olsa da büyük tiyatro her zaman daha iyidir. O nedenle teklifi hemen kabul ettim.
Gösteri için tiyatroya doğru yürürken antik kentte kazı yapan bir ekibe rastladım. Ekip şefi, hala kentin toprak altında su yüzüne çıkmayı bekleyen çok fazla kısmının olduğunu söyledi. "Praksiteles'in Çıplak Afrodit heykeli de buradaymış," dedim. "Kaidesi hala şu karşıdaki tepede," diye yanıt verdi ekip şefi. "Gerçekten çok heyecan verici," dedim. "Size bundan daha heyecan verici bir şey söyleyeyim o halde," dedi ekip şefi ve devam etti: "Sezarın Brutus tarafından öldürüldüğü gün Sezar'ın Knidoslu bir dostunun yazdığı mektup eline ulaşmış. Sezar'ın o mektubu okuyamadığı söylenir tarihte; okuyabilseymiş cinayetten kurtulabilirmiş. Mektupta kendisine suikast düzenleneceği yazıyordur çünkü. İşte, o mektubu yazan kişinin mezarına ulaştık. Henüz resmi açıklama yapmadık."
Herhalde tarihe gerçekten önem verseydik, yarın sanat tarihçileri ve gazeteciler Knidos'u sarmıştı. Çok şükür, böyle olmayacak. iRRasyonel'in muzip laflarındandır deyip geçilecek.
Neyse, tiyatroya vardık, artık gösterimize başlayabiliriz. Ne de olsa gelmeyen binlerce seyirciye saygısızlık etmemek gerekiyor.
Ekonomi tuhaf bir bilim dalı asında. Yemek programlarına benziyor biraz.
Gastronomi... Yiyeceklerle mutluluk yaratma sanatı.
Ekonomi de artık gastronomi gibi... Sözcüklerle parasal mutluluk yaratma sanatı.
Yemek yemenin artık bir bilimi var. Yıllarca bilimden habersiz indirmişiz kebapları, tatlıları...
Ters bir şey olmaz inşallah...
Gastronomi bilimine göre insanın yemek yemesinin üç yolu varmış. İlk yöntem geleneksel olan, atadan kalma tariflerle yemek yeme. Amaç kendini memnun etme. Tıksırıncaya kadar kebapları götürürsün, sonra da kedi gibi yayılırsın. Önemli olan mideni yemekle doldurmaktır.
Yeni aldığı Doblo'yu piknikte mangal yakarak kutlayan amcadır bu tip. E-5 yanı, Florya sahili...
Eskiden ekonomi de bu tür bir ekonomist türünün hakimiyeti altındaydı. Demode ekonomi teorileri, karmaşık matematikli formüller... Birini anlayayım desen bir hafta hasta yatardın.
Doblo'sunu mangalla kutlayan amca gibi bir tek o teoriyi bilen ekonomist mutludur. Amca çevreye ne zarar verdik diye düşünmez.
Ekonomist de ekonominin mangalını yeller durur: Bütçe açığı, dış ticaret haddi, istihdamın doyma noktası, falan filan.
İşte, belki de tarihe yön veren mangalın dumanından rahatsız olan o yandaki adam olmuştur. Eğer Doblolu amcanın kendinden emin hali galip gelmiş olsaydı, her şey değişmeden kalabilirdi. Ama kendilerini güvende hissetmeyen mangal dumanından rahatsız olan yandaki gergin ve yalnız insan halinden hiç hoşnut değildi.
Böylece yemek yemenin ikinci bir yolu icat edildi. Yemeği duyuları okşamanın bir yolu olarak görmek. Mum ışığında baştan çıkarılmak.
Karmaşık formüllerin sıkıcılığından bunalan ekonomistler de o dönemlerde finansı keşfetmişlerdi. Ekonomik teorilerdense borsalar ve hisse senetleri daha çok keyif veriyordu. Spekülatif piyasaların mum ışığında baştan çıkmak ve çıkarılmak harikaydı. Borsaların yarattığı atmosfer herkesin gözünü kör etmişti.
Adete ekonomiye bir Emine Beder dokunuşu gelmişti. O tombul parmaklarıyla, harcı yoğuruyor, yemeği pişiriyor, sofrayı hazırlıyor... Bıraksan zeytinyağını bile ağaçtan zeytinleri toplayıp kendisi yapacak... Ya bismillah deyip...
Yemeğin tadından çok yemeğin yapılışının zevkli olduğunı keşfediyorduk.
Aynı tarihlerde bizim ekonomistler de, borsalar ve hisse senetleri aracılığıyla şirketlerin sıkıcı yapısını zevkli bir hale getirmekle meşguldüler. İnsanları bu haz verici yatırıma yöneltecek bir ekonomist türü belirmişti. Gazetelerde, dergilerde, analizlerle hisse senedi pazarlayan ekonomistler.
İnsanların yemeği yenen bir şey olarak görmemeleri gibi yatırımcılar da ekonomiyi anlaşılması gereken bir şey olarak görmemeye başlarlar; önemli olan para kazanmaktır artık.
"Tandırı Konya'da yiyecen, abi," ya da "Ciğer Edirne'de yenir, hemşerim," gibi bilgileri öğrenen insan tipi ö dönemlerde ekonomide de hakimdir. "Amcaoğlu, tüyo aldım, herkes bu hisse senedine giriyor," ya da "Malı götürdük, enişte, arabayı satalım, yatıralım şu hisseye," gibi.
O Doblolu mangalcı amca yoktur artık. Dumandan rahatsız olan yandaki genç arkadaş, "Ben yemek yapıp yiyorum, istersen sen de yapıp yiyebilirsin," demektedir. Sakin bir hayattan umudu kesmiş insan tipidir bu. Şımartılmaya ve sürprizlere özlem duyan, muzip, kinik ve ironik olmakla farklı bir mutluluk türü arayan bir tiptir.
"Abi, tahtaya baktım, herkes veriyor benim kağıdı, onlar verdi ben aldım, onlar verdi ben aldım; meğer şirket çoktan batmış, haberim yoktu, yoksa büyük para kaldıracaktım..."
Fakat bir süre sonra mangal dumanından rahatsız olan bu yalnız adam yüzeysel mutluluk ile mutsuzluk arasında gidip geldiğini fark eder. Nüktedanlık ve aldırışsızlık gına getirmiştir. Artık yeni bir özlemi vardır: Hayata, kişisel ve özgün bir katkıda bulunmak.
Tüyo vermek adına analiz yapmaktan bıkan ekonomist türü de yaratıcılık denen mutluluk arayışına yönelmiştir. İşte, her şey o anda başlar: Ceymiyle kırk dakika!
Buluş ve ilerleme mangalcı amcaya da mangaldan rahatsız olan yalnız gence de dur demiştir. O ana kadar hiç yan yana gelmemiş düşünceler arasında bağlar kurulmaya başlanmıştır. Yaratıcı olmaya heveslenen insanlar için artık yeni bir dünya başlamıştır.
"Kavunumuzu kızartıp salatamıza koyuyoruz. Mmm, çok lezzetli bir kavun salatası yapmış olduk böylece."
"Ülen, belasını sevdiğim Ceymi, hiç ağız tadına uydu mu?" diye düşünüyorsanız çok üzülürsünüz. Dünyaya daha maceraperest bir ruhla bakma zamanınız çoktan gelmiştir çünkü.
Yaratıcılığın rüzgarlarında kavrulan bizim ekonomist ise artık piyasa yorumcusu olmuştur. Bu piyasa her ne ise, tıpkı Ceymi'nin yaptığı gibi, hiç yan yana gelmemiş düşünceler arasında bağlar kurmakta uzmandır.
"Tabi, Fed'in faiz arttırma kararı, piyasalarda çalkantı yaratmış olup bankaları, esnafı ve Ayşe Teyzeyi etkilemiştir."
Bankalar, esnaf , Ayşe Teyze. Şimdi bunların hepsi yerini bilmedikleri Amerikan Merkez Bankasının kararından mı etkilendiler?
Tabi tabi. Yedi Yumuşak G Kapitalden Araştırma Müdürü Okşan Hanım az önce Penbe Panter ile Piyasa Günlüğü programında böyle söyledi.
Yapılan şey yaratıcılık adı altında bir çeşit pornodor: "Ohh, nefis, harika, biraz da şundan koy!.."
Ceymi, ağzını yediğim, çiğköfteye bal mı konur?
Haha...
Mesela bazı yemek tarifleri basittir.
"Hanımlar bugün Çin usulü portakallı ördek yapacağız. Bunun için gerekli malzemeler: Bir kutu Çin usulü portakallı ördek. Yemeği kutudan çıkarıp baharatları ekliyoruz. İşte bu kadar. Çin usulü portakallı ördek yapmak ne kolaymış di mi hanımlar?"
"Okşan Hanım, Ayşe Teyze Fed'in faiz artışından nasıl korunmalı?"
"Penbe Hanım, Ayşe Teyzenin tasa yapmasına gerek yok. Oldukça kolay şekilde korunabilir. Amerika kısa vadelilerinde kısa pozisyon alıp dolar teleyi şortladı mı endişe duymasına hiç gerek yok. Tabi, tahvil için sidieslerde de uzun pozisyonu mutlaka atlamaması gerekiyor."
"Aaa, o kadarcık mı güzel kızım, aptest alıp hemen geliyorum evladım."
Ceymi ile muhteşem tatlar!.. Ceymi, malının kıymetini bilen bir arkadaştır: "Şimdi tenceremizi alıyoruz, ocağımızın altını açıyoruz, masamızın üstünden meyvelerimizi getiriyoruz."
Ceymi her şeyin sahibidir adeta. İyelik ekleri miz, muz olmadan yaşayamaz.
İpim, kuşağım...
Hayır, çok kötü, iyelik bana göre değil.
"Okşan Hanım, piyasalarımızı bu hafte ne bekliyor?"
"Penbe Hanım, piyasalarımız pozitif görünüyor. Borsamız gayet iyi, hisse senetlerimiz de bu olumlu havadan etkileniyor tabi. Veriler de beklentilerimiz paralelinde geldi çok şükür..."
Sahiplik güzel şeydir. Hayat kadını ile hayatımın kadını arasındaki ince çizgi misali.
Ceymi hassas adamdır. Terazi gibidir eli.
"256 gram unumuza 25 gram şeker ekleyelim. 13 gram zeytinyağını da koyup ölene kadar hafifçe kızartalım."
Tıpkı Okşan Hanım gibi: "92.385 yeni destek noktamız, kırarsa 92.500, kırmazsa 93.800 yeni dirençlerimiz olacak."
Hassas iştir piyasa yorumculuğu. Çookkk... En önemli görev Penbe Panter'e düşer bu programlarda. Bu karmaşayı yönetmek kolay iş değildir.
Ceymi için de partner önemlidir. Ally Mcbeal gibi olmalıdır partner dediğin. Görevini iyi yapmalı. Görevi araya girip basitçe yorumlar yapmaktır ama samimiyet gerektirir: "Ay, ne güzel sardın dolmayı kız!.. Sebze yemek sağlığa çok faydalı... Bu meyve hazmı çok kolaylaştırıyor şekerim..."
Penbe Panter'in de tarzı budur: "Küçük yatırımcıyı da koruduk böylece... Anlamayan kalmamıştır herhalde, Okşan Hanım çok açık anlatıyor... Bizim için Okşan Hanım konuyu çok basitleştirdi..."
Araya girebilme becerisi çok önemlidir bu programlarda: "Etimiz kızarırken siz de bize bu seneki bikini modasını anlatabilir misiniz?"
"Bu sene mayokiniler..."
"Mayokini demişken etimize kekik atmayı da unutmuyoruz di mi hanımlar."
Piyasa yorumcularının da böyle partnerleri vardır. Piyasa yorumları monolog sevmiyor maalesef.
"Okşan Hanım, sadece 30 saniye süremiz kaldı. Acaba bize altın fiyatlarının neden düştüğünü, Çin ile ABD arasındaki kur savaşını ve yarın neler olacağını anlatabilir misiniz?"
"Tabi, volatilitenin artması..."
"Okşan Hanım, volatilite demişken, acaba Ayşe Teyze volatiliteden nasıl korunabilir?"
Yemek programları çıktı çıkalı doğru dürüst yemek yiyemez olduk. Herkes küçük zorba milor!
Piyasa yorumcularını dinleyip yatırım yapan da yoktur herhalde. Küçük zorba milorlar piyasa ekranlarına da hakim durumda. Her şeyi biliyorlar; kendilerini hariç tabi.
Yaratıcı olmak, yeniliği bilinçli şekilde kovalayan şefin derdidir. Gana'nın dağ köyünde 14 ayrı çeşit meyve, 46 çeşit bakliyat ve 47 yeşil sebze türü tüketen köylüler yaratıcılıktan yoksundur şefe göre. Ant Dağları'nda 300 farklı patates çeşidini güçlük çekmeden ayıran ve yemeğini bunların 20-40 kadarıyla dengeli şekilde karıştırarak pişirebilen köylü de...
O nedenle piyasa yorumcusunun son tahlildeki amacı da masum köylünün elindeki üç kuruşu riskli yatırım araçlarına kaydırmaktır. Paramı vadeli hesapta değerlendiriyorum diyen masum köylüye piyasa yorumcusu en kaba organıyla güler. Ama Eİnstein'a sorsan dünyanın en büyük icadı bileşik faizdir der. Yani aslında ortada çözümü zor bir soru yoktur.
Bugün hala açlık duygumuzu, neye açlık duyduğumuzu tam olarak bilemeden yatıştırmaya devam ediyoruz.
Bu, ekonomiye karşı duyduğumuz merak ve onu yatıştırma şeklimiz için de geçerli.
Bugün gastronomi nasıl ki yemek bağımlılıklarımızla değil de keşfedilmemiş yanlarımızla ilgileniyorsa, ekonomi yorumculuğu da aynı yolu izliyor diyebiliriz.
Nasıl ki çatal ve kaşığın insanlar arasındaki anlaşmazlıkları gidermeye dönük katkıları, silah ve bombalarla şu güne kadar elde edilenlerden fazla. Benzer argüman piyasa için de geçerlidir. Piyasa mantığı savaşın da barışın da yapabileceğinden daha fazlasını yapar.
Tıpkı şu fıkra da olduğu gibi:
90 yaşında bir ekonomist doktora gider ve "Doktor," der, "18 yaşındaki karım hamile."
Doktor, "Size bir öykü anlatayım," der. "Adamın birisi ava gitmiş ama yanına tüfeğini alacağına dalgınlıkla şemsiyesini almış. Birden bir ayı saldırınca adam can havliyle şemsiyesini doğrultmuş, ateş etmiş ve ayıyı vurmuş."
"Ama imkansız bu, doktor," demiş ekonomist. "Mutlaka başkası vurmuştur."
Doktor yanıt verir: "Ben de onu diyordum."

15 Haziran 2017 Perşembe

Esaretin Bedeli!

Föş Babanın ricası ve Don Corleone'nin talimatıyla ömür boyu evlilik programı izleme cezası verilen iRRasyonel'den uzun süredir haber alınamamaktadır. Tüm gün evlilik programı seyreden iRRasyonel'in düzelebileceği ihtimali belirir. Akıllanmış olabilir ve bundan sonra piyasa yorumcularını eleştirmez diye düşünülür. Bunu öğrenmek için Föş Baba iRRasyonel'i ziyaret eder.

Föş Baba: Otur. Ömür boyu evlilik programı izleme cezasının 20 senesini mi geride bıraktın?
iRRasyonel: Evet.
Föş Baba: Düzeldiğine inanıyor musun?
iRRasyonel: Evet, kesinlikle. Ben dersimi aldım. Dürüstçe söyleyebilirim ki, ben değiştim. Artık piyasa yorumcuları için zararlı biri değilim.

Bu görüşme Föş Babayı tatmin etmemiş olacak ki, iRRasyonel'in evlilik programı izleme cezasının devamına karar verilir.
Aradan 10 yıl geçer ve Föş Baba iRRasyonel'i yeniden çağırır.

Föş Baba: Ömür boyu evlilik programı izleme cezanızın 30 senesini doldurdun. Düzeldiğine inanıyor musun?
iRRasyonel: Evet, kesinlikle. Ben artık dersimi aldım. Dürüstçe söyleyeyim ki, ben artık değiştim. Artık piyasa yorumcuları için zararlı biri değilim.

Bu görüşme de Föş Babayı tatmin etmez ve iRRasyonel'in evlilik programı izleme cezasının devamına karar verilir. Aradan 10 yıl daha geçer ve Föş Baba iRRasyonel'i yeniden çağırır.

Föş Baba:
Ömür boyu evlilik programı izleme cezanızın kırk yılını geçirmişsin. Düzeldiğine inanıyor musun?
iRRasyonel: Düzelmek mi? Bir düşüneyim... Bunun ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok artık.
Föş Baba: Yani piyasa yorumcuları arasına katılmaya hazır mısın?
iRRasyonel: Ben bunun ne demek olduğunu biliyorum. Ama bu kelime benim için sadece uydurulmuş politik bir kelime. Bilmek istediğin şey nedir Föş Baba? Ne yapmamı istiyorsun? Yaptığım için pişman olmamı mı?
Föş Baba: Pişman mısın?
iRRasyonel: Pişman olmadığım bir gün bile yok ki...

Tam o anda Föş Babanın aklına "Esaretin Bedeli" adlı filmin bir sahnesi gelir. Orada da memur Morgan Freeman'a aynı soruları sorar ve aldığı yanıtlardan sonra düzeldiğine karar vererek onu salıverir. Benzer yanıtları iRRasyonel de verdiğine göre o da düzelmiştir diye düşünür ve cezasının bitirilmesine karar verir.

Piyasa yorumcuları dünyasında artık herkes mutlu mesut yaşamaktadır. Bir gün Föş Babanın kapısı çalar. Gelen postacıdır. Bir zarf uzatır. Föş Baba zarfı açar, içinden çıkan notu okumaya başlar:

Adamın biri papağan almak için bir dükkana girer. Satıcı en değerli papağanları gösterir ve "Bu," der, "5.000 lira, şuradakiyse 10.000 lira."
"Vay canına," der adam. "5.000 liralık papağan ne yapabiliyor acaba?"
"Doların ne zaman yükseleceğini her zaman doğru biliyor ve söylüyor."
"Ya öteki?"
"Hisse senetlerinin ne zaman alınacağını ve satılacağını tam isabetle buluyor... Yalnız arkada bir papağan daha var, onun fiyatı 50.000 lira."
"Yuh," der müşteri. "O neyi doğru biliyor peki?"
"Valla," der dükkan sahibi, "Ben şimdiye kadar bir şeyi doğru bildiğini hiç görmedim. Ama diğer iki papağan ona Piyasa Yorumcusu diyorlar."
Sevgiler, iRRasyonel.

13 Haziran 2017 Salı

Föş Babanın Don Corleone ile büyük pazarlığı!

En sonunda bu da oldu. Uzun süredir haklarında atıp tuttuğumuz piyasa yorumcuları Föş Baba'ya gidip bizi şikayet etmişler ve yardım istemişler. Bizi bu iRRasyonel belasından kurtar demişler.

Föş Baba: Ne yapabilirim ki?
Piyasa Yorumcuları: Kurtar bizi Föş Baba; yalvarıyoruz sana.
Föş Baba: Valla, benim babalığım bu işlerde sökmez ki.
Piyasa Yorumcuları: Ayşe Teyzeye git.
Föş Baba: Gideyim ama o da bir şey yapamazsa.
Piyasa Yorumcuları: O zaman Baba'ya git.
Föş Baba: Hangi Baba'ya?
Piyasa Yorumcuları: Don Corleone'ye!
Föş Baba: Don Corleone'ye mi?
Piyasa Yorumcuları: Bu iRRasyonel'den bizi kurtarsa kurtarsa o kurtarır.
Föş Baba: Siz istersiniz de ben yapmaz mıyım, kediciklerim?

Föş Baba tası tarağı toplar ve Don Corleone'nin yolunu tutar. Don Corleone ofisinde oturmuş kedisini sevmektedir. Föş Baba içeri girer, bir koltuğa oturur ve anlatmaya başlar.

Föş Baba:
Eknomiye güveniyorum. Servetimi ekonomi sayesinde yaptım. Kediciklerim de (muhtemelen piyasa yorumcularından bahsediyor; mafya dünyasında böyle kinayeli sözler olurmuş deyüler) benim izimden yürümek istiyor. Ekonominin onurunu incitmeden özgürce yorum yapmak istiyorlar. Ama iRRasyonel denilen biri çıktı. Önceleri önemsemedim. Sonra anladım ki bu iRRasyonel kediciklerimin önemsiz şapşallıklarından faydalanmaya kalkıyor. Kediciklerim karşı çıkarak onurlarını korumak istemişler. iRRasyonel eleştirmeye devam etmiş. Kediciklerim yanıma geldiklerinde hepsinin morali çok bozuktu. Çektikleri acı yüzünden ağlayamıyorlardı bile. Ama ben ağladım. Neden mi ağladım? Çünkü ekonomi benim hayatım, kediciklerim de onun en değerli parçası. Bu iRRasyonel olduğu sürece benim kediciklerim asla mutlu olamayacaklar...

Föş Baba daha fazla dayanamaz ve hıçkırarak ağlamaya başlar. Don Corleano'nun adamlarından biri bir bardak viski getirir, Föş Baba teşekkür eder, bir yudum alır ve anlatmaya devam eder.

Föş Baba:
Ben iyi bir ekonomist olarak Güngör Uras Hocamızın asistanı Ayşe Teyzeye gittim. Ayşe Teyze de iRRasyonel'e çok kızdı ama elimden bir şey gelmez dedi. Bir şey gelmez dedi! Yani iRRasyonel'e bir şey yapmadılar. Orada aptal gibi kalakaldım. Oradan geçen iRRasyonel serserisi bana bakıp gülümsedi. O zaman kediciklerim bana dedi ki, "Adalet için Don Corleone'ye gitmelisin."

Don Corleone: Neden Ayşe Teyzeye gittiniz, neden daha önce bana gelmediniz?

Föş Baba: Benden ne istiyorsunuz? Her şeye razıyım ama sizden istediğim şeyi yapın.

Don Corleone: Neymiş o?

Föş Baba yerinden kalkar, Don Corleone'nin yanına gelir, kulağına doğru eğilir ve fısıldar.

Föş Baba: O iRRasyonel serserisinin evlilik programlarında yorumcu olmasını istiyorum Don Corleone.

Don Corleone: Ben bunu yapamam.

Föş Baba: Size istediğiniz her şeyi veririm.

Don Corleone: Seninle yıllardır tanışırız ama sen ilk defa bana bir şey danışmak ya da yardım istemek için geliyorsun. Beni en son ne zaman bir fincan kahve içmek için Para Analize çağırdığını hatırlamıyorum. Karım ilk kediciğinin vaftiz annesi olmasına rağmen. Bence artık dürüst olalım. Sen dostluğumu asla istemedin ve bana borçlanmaktan korktun.

Föş Baba: Başımın derde girmesini istemiyordum.

Don Corleone: Seni anlıyorum. Sen ekonomi yorumculuğunda cenneti buldun. İşin iyiydi, iyi para kazanıyordun. Piyasalardan anlıyordun çünkü ekonominin yasaları vardı ve benim gibi bir dosta ihtiyacın yoktu. Ama şimdi yanıma gelip Corleone adaleti sağla diyorsun. Ama bunu saygıyla yapmıyorsun. Dostluğumu önermiyorsun. Bana baba demek bile aklına gelmiyor. Onun yerine kızımın evlendiği gün evime geliyor ve para karşılığı iRRasyonel'i evlilik programlarına yorumcu olarak çıkarmamı istiyorsun.

Föş Baba: Senden adalet istiyorum.

Don Corleone: Bu adalet değil ki. Senin kediciklerin hala piyasa yorumu yapabiliyor.

Föş Baba: O halde Flash TV izleyerek acı çeksin... Bunun için ne ödeyeceğim?

Don Corleone: Föş Baba! Föş Baba! Bu kadar saygısızca davranman için sana ne yapmış olabilirim. Eğer bana dostça gelseydin, kediciklerini üzen o serseri iRRasyonel hemen evlilik programında yorumcu olarak acı çekmeye başlamıştı. Ve senin gibi dürüst bir adam tesadüfen düşman kazansa bile onlar da benim düşmanım olurdu. O zaman senden korkarlardı.

Föş Baba: Dostum olur musun, Baba?

Föş Baba usulca eğilir ve Don Corleone'nin elini öper.

Don Corleone: Güzel... Bir gün, tabi o gün hiç gelmeyebilir, senden benim için bir şey yapmanı isteyeceğim ama o güne kadar bu adalet meselesini kızımın düğününde bir armağan olarak kabul et.

Föş Baba: Gracias, Gracias Baba.

Don Corleone: Bravo!

Föş Baba odadan çıkar. Don Corleone adamlarından birine yaklaşır ve konuşmaya başlar.

Don Corleone: Bu işi şeye ver, Clamente'ye. Güvenilir adam istiyorum yani heyecana kapılmayacak adamlar. Bizler cani değiliz. Şu cenazeci öyle dese bile.

Baba fiminden aldığımız bu sahneye küçük değişiklikler yapsak da hatırlayanlar olacaktır. Siz filmi anımsarken biz evlilik programı izlemeye başlayabiliriz. Ne de olsa ekonomi yorumculuğunun çivisi çoktan çıktı.


12 Haziran 2017 Pazartesi

Red Kit Ekonomisi!

"Ekonomist ve finansçılar olarak bu yıl yine çok çalıştık. Tahminler, beklentiler, analizler, yorumlar... Sorma anam, çoook yorucuydu gerçekten. Valla, iyi bir tatili hak ettik. En azından kendi namıma böyle."

"Şu an yorgun ekonomistler tatil yeri arıyolardır mutlaka. Güzel bir plajı olacak mesala, kaliteli restoranlar, akşamları kafayı dağıtacak birkaç yer de şart."

"Analiz yapmaktan kafam şişti ayol... Beklenti anketi işaretlemekten ayaklarıma kara sular indi kız... O da bişey mi anam, ben değişen pozisyonlar için piyasa yorumu yapacam diye dizkapaklarım kızardı..."

"Ah be aplam, hangi pozisyonlarda yapıyosun bu yorumları, çok acı çok."

"Ekonomi zor iş. Tatile gitmek gerekiyor. Ben de gideceğim tabi ki. Nereye gideyim diye çok düşündüm. Arykanda'ya gitmeye karar verdim. Duymuşsundur, Arykanda."

"Ekonomistsin, bu kadar başarın var, analiz yapmışın, beklenti duymuşun, yorumları ipe dizmişin... E, haliyle gidişin de kahramanlara yakışır şekilde olacak. Eşyaları bagaja, çocukları arka koltuğa atmayacaksın ölümlü insanoğlu gibi. Bi zerafetin olacak. Üç beş bin liralık salaş, bohem kıyafetlerinle gireceksin havalimanının kapısından içeri. Kimse alınmasın, kıskanmasın, o zor beklentileri sen yaptın. Vücudunun sindirim sisteminden aldığın metan ve nitrojenle ipe dizdiğin yorumlar... O tatil sana annenin sütü gibi helal."

"Ben Arykanda'ya gidiyorum arkadaş. Ama önemli olan ne biliyo musun, nereye gittiğin değil, nasıl gittiğin."

"Atını batan güneşe doğru sürüp giden yalnız kovboyu hatırladın mı, işte gidişin tam öyle olacak.Ne hoştur di mi gidişi, yalnızlığından kurtulma derdine hiç düşmez. Hayran olur, bakarsın arkasından. Atın kıçından anlarsın gidenin o olduğunu. Atın kıçına bakarken o romantik şarkı gelir aklına. I'm a poor lonesome cowboy. Ne güzel di mi? O an düşünürsün, ülen acaba ben de gariban bir ekonomist miyim diye."

"Kafan karışır, cepte bir miktar para vardır, bankadaki hesapta da vardır biraz. Aklından yaptığın yorumlar geçer. Trilyon dolarlık piyasaların ne yöne gideceğini zavallı ekonomiden anlamayanlara söyleyen kişisin sen. 2 trilyon dolarlık Fed'in ne yapacağını senden daha iyi bilen var mıdır şu dünyada? Demek ki gerçeği biliyorsun. O zaman niye iç hatlarda sıra bekliyosun ki, kendi uçağını alman gerekmez miydi? Ama çalıştığın şirketten aldığın maaş dışında hiç gelirin yok. Her gün herkese yatırım tavsiyeleri verirken, o verdiğin tavsiyelerle yatırım yapmayı aptalca bulduğun için tek kuruş yatırım yapmadın..."

"Yoksa hakikaten ben gariban bir ekonomist miyim? Yoksa millet benim kıçıma mı bakıyo? Ülen Luke, Ülen Luke, Allah belanı versin senin! Ne bakıyon len!"

"Raat adamdır Luke. Ekip adamı değildir. Bağımsızlığın getirdiği sıkıntılara metanetle katlanmayı bilir. Denk gelirse takılır, yoksa hiç kasmaz."

"Hiç bana benzemiyo şerefsiz. Ekibe liderlik yapacaz diye çoluk çocuğun ettiği lafların altında kaldık, onca laf işittik ama başardık. Ekip Barcelona orta sahası gibi tıkır tıkır işlemese de efsane Pendikspor gibi maşallah. Luke'un ipinde değil ekip çalışması. İşte, öyle gidersin atınla sürüye sürüye, pis gariban. Bak bana, uçağın rahat koltuklarıyla, ayaklarımın arasında kendi organlarım hariç hiçbir şey hissetmeden gideceğim."

"Ben Arykanda'ya gidiyorum dedim ya. Spor salonunu bulmak için bir saat tırmanman gerekir ama tuvalet sorun değildir. Kolay bulursun."

"Luke'un gidişinde asil bir taraf vardır. Tuvaleti gelmeyecek gibi düşünürsün. Ama gelir. Zor değildir onun için tuvaletin yerini bulmak. Çünkü bu konuda hiçbir şehirlinin, hatta hiçbir ekonomistin yapamayacağı bir şey yapar. Kafasını bir yöne çevirir ve oraya bir tuvalet çizer. Mutluluğun resmini çizmek bu olsa gerek, Abidin Kit. Tuvalet kağıdı mevzuunu hiç açmayalım bence."

"Bak şimdi, ekonomiste sor mesela, üretimin faktörleri nedir diye. Şöyle yanıt verir. Toprak, emek, girişim, sermaye ve tuvalet kağıdı. Ha ha... Luke, rahat adamdır vesselam, ama ekonomiden de iyi anlar. Üretim faktörlerini sorsan Adam Smith'ten daha açık anlatır. Toprak şart der, ama her yerde var zaten. Girişimi yanlış anlamamak lazım, başkalarının ihtiyaçları için değil, kendi ihtiyaçların için yapacaksın. Üçüncü faktör emektir, gün gelir güneşin altında ıkınmak gerekir. Dördüncü faktör sermayendir, dikenlerden koruyacaksın mazallah. Beşinci faktöre gerek yok. Zaten katı olan her şey buharlaşır bu çöl sıcağında."

"Ülen Luke, otele ulaştım, hala kafamdan silemedim seni. Tuvalette bile bi rahat vermedin."

"Her gün yeni yorum, yeni analiz yapacam diye kafa patlatırsın. Üç gram aklını da alırlar. Fakat mesela zor iştir beklenti yapmak. Sorarlar, kaç gelir enflasyon diye."

"Sabah bakkaldan sigarayla, mentollü şekerin fiyatı biraz artmıştı ama... Keşke bi tane de ekmek alsaydım be. Daha isabetli olurdu tahminim. Geçenlerde bi de enerji içeceği almıştım, fiyatı düşük gelmişti bana. Aman yaa, sonunda ölüm yok ya, her ay aynı tırıvırı."

"Düşer dersin böylece. Ama beynine gene o garip düşünce saplanır. Yoksa ben gariban bir ekonomist miyim? Luke, anam avradım olsun, yakalarsam seni..."

"Dedim ya, Luke tatlı adamdır, kafaya takmaz hayatın bazı bilinmezliklerini. Cool'dur. Koskoca senatör, Aman Red, canım Red, şu Daltonları yakala, diye yalvarır. Luke sakince hallederiz der. Çünkü onun ömrü Daltonları yakalamaya, hapse tıkmaya ve sonra, yalnızım dostlarım, yalnızım yalnız, şarkısını söylenmeye adanmış bir ömürdür. Bunun kadar ilginç olan başka bir şey daha vardır. Kasabanın şerifinin ömrü de o yakalanmış daltonları hücrede tutamamakla geçmiştir. Daltonlar allem eder, kallem eder, kaçmanın bi yolunu bulurlar. Luke da hep yakalar. Bi kere bile gıkını çıkarmaz. Şerif, sevdirtme belanı, yakala yakala ömrümü yedin, şu herifleri bi tutamıyosun be içeride, demez. Git kendine başka enayi bul da demez. İşini efendice yapmaya çalışır."

"Dedim ya, Arykanda'dayım bu yaz. Hamamın oralardan manzaraya bakıyorumdur. Akşama gösterim olacak tiyatroda. Tek kişilik Stand up Ekonomi. Gel tabi, beklerim. Ama bir saat sürer tırmanman, şimdiden uyarayım."

"Otelde iyiymiş valla. Bir yılın yorgunluğunu aldı buranın plajı. Şu Luke belasını da aklımdan çıkaramıyorum. Zibidi herif. Ancak kendi gölgesini kurşunlayıp rulo yapsın. Bi yerine sürer. Hahaha... Ben şimdi hazırlanayım da akşam bi kulübe gidip adam akıllı eğleneyim."

"Sen dolar ne olcak diye yorum yaparsın. Tesadüfen tutunca ertesi gün tripten tribe girersin. Aman efendim, piyasaların büyük yorumcusu... Dolara fısıldayan analist... Ahali verdikçe verir gazı."

"Ama Luke öyle değildir. Kasabanın bankasını soyan adamların elinden alır parayı, şerife teslim eder. Greenspan olsa alnından öperdi; parasal gevşemenin anlını karışlayan adam diye. Kabarık etekli kasaba kadınları alkışlayıp öpücükler yağdırırlar Luke'a. Ama Luke batan güneşe doğru sürer atını. Şu etekler neden bu kadar kabarık ve havalı, bi tanesini akşam kaldırıp bakayım diye düşünmez. Ağzındaki otundan saman altından su yürüten biridir diye düşünürsün, ama Luke yalnızlığını şikayetsizce kabul eder. Asil adamdır."

"Ülen, bu Luke'den barda da rahat yok. Şurda rahat rahat etrafı kestirmedi şerefsiz. Arkadaşım Red Kit, kız arkadaşı Or Kit. Huhahaha... Nasıl da geçirdim lafı ama."

"Çok soğuk."

"Dur bi laf daha sokayım Luke'a giderayak. Ohh Red, harikasın Red, Red... Vay şerefsiz gene parayı komodinin üstüne bırakmadan gitti. Huhaha..."

"Hayır. Luke bunları haketmiyor."

"Ülen Luke, tatilimi zehir ettin. Dönüyorum lan şehre, yakalarsam mahvedecem seni. Analiz manyağı edecem."

"Arykanda'nın tiyatrosunda akşama gösterim var. Stand up Ekonomi. Bilmeyenler için söyleyeyim, piyasa ekonomisinin bir türü. Luke'un girdiği kasabanın girişinde ne anlama geldiği yazıyordu: Yabancı, kendine hakim olamıyorsan, biz sana yardımcı oluruz. Yani Stand up Ekonomi bu kadar saçma bir şey aslında.

"Arykanda güzel yer ama tiyatro biraz ufak ve park yeri de maalesef yok. Gelirken imkanınız varsa jeneratör, yoksa fener, ilk yardım malzemesi vesaire de alın. Malum yeri biraz sapada ve elektrik de bulunmuyor. Ha bu arada, başka seyirci de olmayabilir."

6 Haziran 2017 Salı

5 adımda Seküritizasyon ile "Adamlık" yaratma kılavuzu!

Kavramların her gün içlerinin boşaltıldığı ve yerlerine daha boş yenilerinin konulduğu zamanlarda yaşıyoruz. İnsan, J.Derrida, post-modernizmin kutsal teorisi yapısökümü bu ülkede mi buldu acaba diye düşünmeden edemiyor.

Günlük hayatta son zamanlarda en sık karşımıza çıkan boş kavramlardan biri "adamlık" denilen durumdur. Maalesef hiçbir sözlük tanımını tam olarak veremiyor. Ekonomi hayatında ise son dönemlerin popüler kavramı "seküritizasyon" (menkul kıymetleştirme). Sözlükler bu kavramla ilgili çeşitli tanımlar verse de tam olarak ne olduğunu anlayabilen çok azdır herhalde. Öyleyse gelin bu iki kavrama daha yakından bakalım ve nasıl işlediklerini anlamaya çalışalım.

5 adımda Seküritizasyon ile "Adamlık" yaratma kılavuzu:

1- Olayları gözlem yoluyla çözme
Finansal piyasaların sıkıştığı dönemlerde Wall Street'in simyacılarının aklına bütün tekneleri daha yukarıya kaldıracak bir dalga yaratma fikri gelir. Çünkü bu akıllı adamlar neoliberal performansın yani kredi vermenin sonuna gelindiğini gözlemlemişlerdi ve acilen bir şey yapılması gerektiğini düşünüyorlardı. Sistemde tıkanıklığı neyin yarattığı üzerine hiç kafa yormadılar. Gözlemlerine güvenerek kararı verdiler: Kredileri yeniden kredileştirelim; yani seküritizasyon.

İşte, Adamlığın birinci koşulu da budur. Karar vermek ve harekete geçmek için ilk koşul gözlem yapmaktır. Seni eleştiren biri mi var, fikirlerini beğenmediğin biri mi çıktı karşına, tipini sevmediğin birini mi gördün; an o andır, saldır!

2- Tutarlı sorular ve yanıtlar bulmak
Krediler yeterince büyümüştür, yeni kredi vermek mümkün değildir ve tüm ekonomik sistem bu tıkanıklık riskinin yaratacağı güvencesizlik ile karşı karşıyadır. Finansın simyacıları hemen soruyu sorar: "Şimdi hepimiz batsak daha mı iyi?" Ve ardından da yanıtını verirler: "Menkul kıymetleştirdiğimiz bu kredileri toplumsal fayda sağlayan bir unsur olarak kişisel yatırıma dönüştürsek fena mı olur?" Sanki sorulacak başka soru yoktur: Neden bu kadar çok kredi verildi, para politikaları neden bu kadar ucuzlaştırıldı, finansal sihirbazlık ve yaratıcı muhasebeciliğin sonu nereye varacak? İşte, bu ve benzeri sorular asla sorulmaz.

Adamlıkta ikinci adım tutarlı sorular sormak ve onlara yanıtlar vermek ile olur: "Bana nanik attı, ona karşılık vermese miydim, benim yerimde kim olsa böyle yapardı," gibi bir dizi soru cevap ardı ardına yapıştırılır. İnsanlık tarihinin kazanımları pek de önemli değildir. Nanik atılmıştır bir kere ve dönüşü yoktur.

3- Sonuca kendi araştırmaları ile ulaşmak
Finansın simyacıları seküritizasyonu keşfettiklerinde kullandıkları argümanlar kendilerine aitti. Oynaklık ve şans biçimlerini uyarlama, teminat altına alma ve sentezlemeye yönelik verileri kullandılar. Yaygın borç işkencesi, finansal illüzyon imparatorluğu, riskin ve olasılıkların manipüle edilmesi gibi farklı kaynaklardan gelen bilgileri hiç dikkate almadılar.

Adamlıkta da kritik aşama budur. Sana nanik atana karşı harekete geçme zamanı, yeri ve diğer kriterleri kendin belirlersin. Hukukun üstünlüğü, insan hakları, erdemler, ahlak gibi farklı kaynakların bilgisine başvurmak adamlığın doğasına aykırıdır.

4- Gereksiz bilgiyi akılda tutmamak
Teknolojik ve matematiksel soyutlamadan başka göz önüne alınacak bir şey yoktur seküritizasyon mekaniğinde. Yunanistan, İzlanda ve İrlanda gibi ülkelerin temel ekonomilerinde hiçbir gerçek değişim yaşanmaksızın kısa sürede finansal ütopyadan finansal harabeye nasıl dönüştükleri gibi bir bilgi finansın simyacılarının aklında tutmak isteyecekleri türden değildir. İnanç ve bönlük birbiriyle sarmaş dolaş ilerler.

Adamlıkta da gereksiz bilgiler akılda tutulmaz. Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü bilmek işime yaramıyorsa neden aklımda tutayım ki mantığı hakimdir. "O hede dedi... ben de hödö dedim... edi, büdü, didi derken daldım... adamlık var kanımda, sapına kadar hem de..." şeklinde giden bilgilendirici bir metindir bu tür vakalarda karşınıza çıkan. Akıl yürütme, görüş alışverişi, uzlaşı ya da reddetme gibi toplumsal kazanımların anlamı yoktur.

5- Kalbi olmayan bir zihin veya tersi
Menkul kıymetleştirme basitçe, riski yönetmek amacıyla varlıkları parçalara ayırma işlemidir. Görünüşte riski, belirsizliği ve oynaklığı yönetilebilir kılmak için varlarken, 2008 krizinde olduğu gibi sistemi ve toplumu daha güvencesiz hale getirerek daha büyük krizlerin zeminini hazırlarlar.

Hani G.Agamben "çıplak yaşam" adlı teorisinde diyor ya, çağdaş sistem ve tasavvurlar kişiyi her türlü aidiyet ve değerden ederek biyolojik varoluşa indirger diye. İşte, adamlık da Agamben'in bu teorisinden beslenir adeta: "Bana eşcinsel dedi, valide hanımın cinsel hayatına dil uzattı, kız kardeşimin çıktığı çocuğu sapıklıkla itham etti," türünden biyolojik gerçekliklerden beslenen adamlık, beyni devre dışı bırakan bir duygusal ivme ile yürür.

Derrida'nın sözleriyle söylersek, aslında finansal araçlar da tıpkı bizim kullandığımız bu içi boş kavramlar gibi bir açıdan dünyayı açıklamaya çalışırlar. Tıpkı bir hisse senedinin bir şirketin değerini temsil ettiğini düşünmemiz gibi. Aslında bu değer tamamen bir hayaldir. Çünkü gerçeklik daha karmaşıktır. Eğer değere ilişkin gerçek bir dünya varsa, finansal araçlar değerin kusursuz ve sorunsuz temsilleri olamazlar.

Adamlık da böyle bir kavramdır aslında. Değere yönelik hayali bir kavrayış yaratır ve hayatın karmaşıklığını algılayamayan insanların temsili parodisini sunar.

Son noktayı en ünlü menkul kıymet spekülatörlerinden Mark Twain'e bırakalım: Kaybettiklerim arasında en çok aklımı özlüyorum!

5 Haziran 2017 Pazartesi

Bizdeki kayda göre şimdi ekonomist!

Demode bir anakronizm ve usandıran bir sarkazm mizah anlayışımızın önemli kısmını oluşturur oldu. Sosyal medya neredeyse tamamen bu iki amaca hizmet eder durumda. Realitenin mizahla sarmaş dolaş yaşadığı zamanlarda hakikati savunmak için bunlardan daha iyi yöntem bulmak zor olabilir. Fakat söz konusu ekonomi ve onun oyun olanı piyasalar ise daha eğlenceli bir mizah türü vardır: Uzmanlar!

Evet, yanlış duymadınız, uzmanlar. Ekonomistten ses uzmanına, CEO'dan şarap tadıcısına aldığı eğitim nedeniyle sahtekarlık yerine dürüstlüğü seçtiğini düşündüğümüz sayısız uzman türü. Onlar karşısında çoğu zaman sessizizdir, eleştirenleri bile kınarız. Sosyolog I.Wallerstein "Bilginin Belirsizlikleri" adlı başyapıtında diyor ya hani, "Abe güzel kardeşim, bilim insanının sahtekarlık yerine dürüstlüğü seçeceğini hangi saf aklınla varsaydın" diye. İşte, hikaye tam olarak bu minvalde ilerler gerçek dünyada. Uzmanların gerçekten uzman olduğunu düşünür ve onlara inanırız.

Neyse, biz ciddi konuları bırakıp biraz mizah yapalım. Uzmanların ne uzmanlıklar yaptıklarına yakından bakarak biraz eğlenelim. Üstelik anlatacaklarımızın tamamı bilimsel gerçekler. Yalnız iRRasyonel olarak ilk kez farklı bir şey yapacağız ve yazdıklarımıza mizah katmadan saf gerçekliği ile yazacağız.

Hazırsanız eğlenceye başlayalım.

Ekonomistler
Böyle bir yazıya ekonomistlerle başlamasak mizah yaratma kapasitelerine büyük hakaret yapmış olurduk herhalde. Ekonomistler P.Ferraro ve O.Taylor 2005 yılında bir deney yaparlar. Üniversitelerde Ekonomi dersleri veren 199 anlı şanlı profesörü toplarlar ve onlara üniversite öğrencilerine ilk öğretilen ekonomi kavramlarından biri olan "fırsat maliyeti" ile ilgili şu basit soruyu sorarlar:

"Diyelim ki Eric Clapton konserine bedava bilet kazandınız. Fakat o gece bir de Bob Dylan konseri var ve siz bir Dylan hayranısınız. Dylan konserinin biletleri ise 40 dolara satılıyor. Bu tutar size makul geliyor. Çünkü normal bir zamanda Dylan konserine 50 dolara kadar para verebileceğinizi düşünüyorsunuz. Nihayetinde kararınızı verdiniz ve Eric Clapton konserine gitmeyi seçtiniz. Böyle bir durumda fırsat maliyetiniz ne olur?"

Soruya ilave olarak 0, 10, 40 ve 50 olmak üzere de 4 adet şık verirler. Profesörlerin yapacağı doğru şık olan 10'u seçmektir. Ama maalesef ekonomistlerin %79'u bu basit sorunun yanıtını bilememişlerdir.

Kime sordumsa seni doğru cevap veremediler!

Degüstatörler
Bugün dünyada ekonomistler kadar kolay ve bol para kazanan bir meslek grubu varsa hiç şüphesiz şarap tadıcılığı yapan degüstatörlerdir. Mesleğin özü koklama, tatma ve görme duyuları ile duyusal analiz yapmaya dayanır. Bordeaux Üniversitesinden Psikolog F.Brochet mesleğinin zirvesindeki 57 degüstatörü bir araya toplar ve bir deney yapar. Onlara bir bardak beyaz ve bir bardak kırmızı şarap tattırır ve görüşlerini sorar. İşin hilesi her iki bardakta da beyaz şarap vardır ve bardaklardan biri kırmızı görünmesi için renklendirici eklenmiştir. 57 uzmandan hiçbiri şarapların ikisinin de beyaz şarap olduğunu anlayamaz.

Mizahı seven bir bilim insanı olacak ki, aynı uzmanlarla bir deney daha tasarlar. Pahalı bir şarap şişesine ucuz şarap koyar ve tadının nasıl olduğunu sorar. Uzmanlardan sadece 12'si şarabın ucuz şarap olduğunu anlar. %80'i şarabı çok üst kalite bulurlar.

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler!

Müzisyenler
Dünyanın en iyi kemanı hiç şüphesiz Stradivarius'tur. Bugün bile onun ses kalitesini yakalayabilen keman yapılamadığı söylenir. 17.yüzyılın Cremona'sında, aynı sokaktaki esnaf dostları Amati ve Guarneri en büyük iki rakibidir. Hikaye odur ki, rakabet o günlerde başlamıştır. Guarneri'nin dükkkanının girişinde "Avrupa'nın en iyi kemancısı", Amati'nin dükkanının girişinde ise "Dünyanın en iyi kemancısı" yazılıdır. Bizim "gariban" Stradivari'nin dükkanının girişinde ise şu mütevazi yazı vardır: "Bu sokağın en iyi kemancısı."

Akustik uzmanı C.Fritz, 17 büyük yetenekli kemancıyı bir araya toplar ve önce "dandik" bir kemanla sonrada bir Stradivarius ile aynı parçayı çalar. Müzik çalınırken kemanları göremeyen kemancılara hangisinin Stradivarius olduğu sorulur. Sadece 3 müzisyen doğruyu bilir. 14 müzisyen bir Stradivarius'u dandik bir kemandan ayırt edememiştir maalesef.

Künyeni almak için "kuruma" açtım telefon!

CEO'lar
Dünyayı CEO'lar yönetiyor desek herhalde yanılmış olmayız. Hem işlerini en iyi onlar bilir, hem de dünyanın ne yöne hareket ettiğini. Tıpkı Perrier North America şirketinin kurucusu B.Nevins gibi. Yıllardır Amerika'nın en iyi ve en lezzetli suyunu ürettiğiyle öğünen bu CEO'ya birgün güzel bir sürpriz yaparlar. Önüne yedi bardak su koyarlar ve suları içerek hangi suyun kendi suyu olduğunu seçmesini isterler. Nevins beşinci tahminde kendi suyunu bulabilmiştir.

Bizdeki kayda göre, şimdi "uzman" dediler!

İşte, kerameti kendinden menkul uzmanların uzmanlıkları ya da komiklikleri. Karar size kalmış. Uzmana güven düşüncenizin yeniden elden geçirilmesi zamanın en önemli entelektüel gereksinimlerinden biri gibi gözüküyor. Bunu nasıl yapacağımızın cevabını ise Stanford Üniversitesinden M.Neale'ın müthiş deneyi veriyor. Neale şu bilgiyi veriyor:

"Bir kişi belli bir miktar değişim ve çeşitliliği tercih eden bir yapıda, ancak sınırlar ve kısıtlamalarla fazlaca sıkıştırıldığında hoşnutsuz oluyorsa eleştirel düşünmeyi biliyor demektir."

Neale, yaptığı deneyde şu çarpıcı sonuca ulaşır: Bu tür bir enformasyonu akılda tutmaya çalışarak doğru olduğunu düşünenlerin, bu tür bir enformasyonun gereksiz olduğunu düşünenlerden %50 daha fazla saçmaladığını görmüştür.

Yani olay aslında sana uzman bilgi diye sunulan bilginin büyük kısmının saçmalık olması gerçeğidir.

Neyse burada artık duralım ve uzmanlarımızı anlattığımız bölümlerin sonunda yer alan cümleleri birleştirerek ulaştığımız Neyzen Teyfik'in hafifçe çarpıttığımız dörtlüğünü yeniden hatırlayarak son noktayı koyalım: (Enformasyon bolluğunda arada kaynamasın üstadın deyişi.)

Kime sordumsa seni doğru cevap veremediler!
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler!
Künyeni almak için "kuruma" açtım telefon!
Bizdeki kayda göre, şimdi "uzman" dediler!

3 Haziran 2017 Cumartesi

Ekonomik açıdan bakıldığında şerefsizleri de severim!

Dünya Bankası Baş Ekonomisti Paul Romer, rapor yazan analistlere, "Ülen, az bi anlaşılır yazın, insan okuyacak bunu" kabilinden şeyler dediği için maalesef işinden oldu. Keşke söylemeseymiş de işinden olmasaymış, zavallıcık. Çünkü bunun için artık çok geç. Ekonominin dilinin düzelmesi artık mümkün değil. Bundan sonra yapacağımız şey, anlıyormuş gibi yapıp kafa sallamak.

Hani, Pablo Neruda demiş ya, "dünya tümüyle başka bir şeyin metaforu" diye. İşte, piyasalar da aynen böyle, başka bir şeyin metaforu; ama neyin?

Metaforlar bir şeyi başka bir şeye göre düşünme imkanı sağlayan dil araçlarıdır. Doğaları gereği kavramsaldırlar. Mesela "vakit nakittir" aşina bir metafordur; ama kelime anlamları açısından bakıldığında vakit ne nakittir ne de nakit vakit olabilir. Kelimelerin ötesinde başka bir anlam vardır burada. Adeta yeni bir kavram yaratır. Emek, ücret, maaş, saatlik ücret, mesai gibi kavramların zamanı paraya çevirme mekaniğinden yola çıkarak zamanın para anlamına geldiğini söyler ve bunu dikte eder. İşte, ekonominin dili metaforların yarattığı bu dildir. Özü, bir tür şeyi başka bir tür şeye göre anlama ve tecrübe etmeye dayanır. Doğrudan bir anlatım yoktur. Böyle olunca da herkesin anladığı farklı olacaktır elbette.

Paul Romer'i işinden eden bu metafor dünyasının nasıl işlediğini anlamak için gelin küçük bir araştırma yapalım. Raporlar yerine ekonomi haberlerinin başlıklarını kullanalım. Örnek olarak da piyasa kavramını ele alalım. Haberleri okuyarak piyasanın ne demek olduğunu anlamaya çalışalım.

Piyasa nedir dersiniz?

Piyasa evdir!
Bir ev için kullanılan sözcüklerin piyasalar için de aynen geçerli olduğunu aşağıdaki başlıklardan görebilirsiniz: (Evle ilgili kavramlar tırnak içine alınmıştır.)

Piyasaların "temel" göstergeleri düzeliyor.
Piyasalar Opec verisinden "destek" aldı.
Piyasalar için büyük "çöküş" başladı mı?
Suçlamayı bırakalım, piyasaları yeniden "inşa etmeye" başlayalım.
Üç borsa tek "çatı" altında toplanıyor.

Piyasa insandır!
Yukarıdaki ifadelerden piyasanın ev olduğunu düşünebilirsiniz ama bu biraz erken bir karar olabilir. Piyasalar aslında insandır.

Yastık altı altın piyasası servet "doğurdu".
Serbest piyasanın "babası" Friedman'dır.
Daha çok kazanmak için piyasalara "kafa tutmak" gerekiyor.
Anapara korumalı fon piyasası "öldü".
Türev ürünler piyasası "emekleme" döneminde.

Piyasa bitkidir!
İnsanla ilgili bazı kavramlara bakarak piyasanın insan olduğunu düşünüyorsanız yine yanılıyorsunuz. Çünkü piyasa bitkidir.

Yeni düzenlemeler ile istihdam piyasası "meyve vermeye" başladı.
Piyasalara yönelik Merkez bankası tedbirleri daha "dalındayken" öldü.
ABD emlak piyasası yeniden "filizleniyor".
Faiz indirimi piyasalarda ümitleri yeniden "yeşertti".
Fed piyasalara ümit "ekti".

Piyasa modadır!
Piyasalar bitki de değilse o zaman kesin modadır.

Tahvil piyasasının "modası geçti".
Opsiyonlar bu ara "revaçta".
Piyasalarda yeni "trendler".
Yerli incir piyasada "rağbet" gördü.
Yellen'in politikası "eski moda" mı?

Piyasa hastalıktır!
Piyasalar moda değil, hastalıktır.

Yunanistan krizi tipik bir "hasta" ekonomisi.
Mortgage krizi "bulaşıcı hastalık" gibi yayılıyor.
Fed sonrası piyasalar "iyileşiyor".
Piyasalarda "gergin" bekleyiş.
Kriz "mikrobu" tüm piyasalara sıçradı.

Piyasa deliliktir!

Hayır hayır, piyasa hastalık değil deliliktir.

Dolar "çıldırdı".
Piyasaların "aklını başından alan" faiz kararı.
Emlak piyasası "çılgına döndü".
Veriler kötü gelince piyasa "çıldırdı".
Cari açıktaki genişleme "çılgınca".

Piyasa duygusaldır!
Piyasa bazen de kahraman bir savaşçı gibi duygusaldır.

Dolarda "şiddetli" yükseliş.
Piyasaları "şaşkına çeviren" tombul parmak iddiası.
Merkez dik durdu, dolar "çarpıldı".
Altın ve gümüş kazandırdı, dolar "nakavt".
Güçlü dolar haftaya "damgasını vurdu".

Piyasa kumarhanedir!
Ve nihayetinde bilindiği üzere kumar oynanan yerdir.

Piyasalar Trump'ın "kumarına" katıldı.
Faiz kararı piyasalara "koz" verdi.
Piyasa oyuncuları "kartları doğru oynamalı".
Rusya enerji piyasasına "blöf mü yapıyor"?
Piyasalar "casino" gibi.

Yukarıdaki ifadelerden basit bir kavram olan piyasanın ne olduğunu bile tam olarak anlayamazken, koskoca bir ekonomiyi bu haberleri okuyarak anlamak mümkün olabilir mi? Elbette ki hayır. Çünkü metaforsuz, doğrudan anlayabileceğimiz hiçbir kavram ekonomi haberciliğinde artık mevcut değil.

Ne diyelim, anlamasak da mecburuz okumaya; ekonomisiz olmuyor çünkü. Tek üzüntümüz Paul Romer'in işini kaybetmesi. Keşke 54 yıl önce bugün kaybettiğimiz şair Nazım Hikmet'in şu dizelerini analistleri azarlamadan önce hatırlayabilseydi:

Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim.
Zaman gelir "şerefsizleri" de severim.